6 Temmuz 2009 Pazartesi

Psikolojik Harp Istihbarati Nedir ?

Psikolojik harbi bilmemek aslında millî bir zafiyettir.Diğer yandan Türkiye`yi hedef ülke olarak ele alan ülkeler ve onların psikolojik harp teşkilatları Türkiye ile ilgili kapsamlı çalışmalar yapmakta ve ülkemiz hakkında psikolojik harp istihbaratı elde etmektedirler. Kaynak:NETPANO.COM ÖZEL
İstihbaratın önemli bir bölümünü teşkil eden psikolojik harp istihbaratı psikolojik harp de kullanılmak için elde edilir.Ülkemizde stratejik istihbarat üretimi ve kullanılması yeterli seviyede bilinmekle beraber ne yazık ki; psikolojik harp konusu gibi,psikolojik harp istihbaratı da hem yeterince bilinmemekte hem de gereken önem verilmemektedir.
TANIM:
Psikolojik harp istihbaratını; `Bir devletin diğer devlet üzerinde
millî menfaatlerini gerçekleştirmek üzere uyguladığı psikolojik
harpte kullanacağı her alandaki (siyasî, askerî, ekonomik, sosyal,
ideolojik, teknolojik vd.) zafiyetlerinin ve hassasiyetlerinin sistematik
bir tarzda tespiti, tasnifi, yorumlanması ve istihbarat
haline getirilmesi` şeklinde tarif edebiliriz.
Psikolojik Harp Istihbarati
Psikolojik Harp İstihbaratı
Örneği:
1976 yılında Yunanistan`da bir kitap hazırlandı. Bu kitabın ismi `Ellada Sipna` (Yunanistan Uyan) Yazarı ise Andreas Dendrinos idi. Bir psikolojik harp istihbarat uzmanı olan yazar kitabında daha 1976 yıllarında diyor ki: `Türkiye Yunanistan`ın en önemli ve en temel düşmanıdır. Türkiye`nin aleyhine olan her şey desteklenmelidir. Türkiye`yi parçalamak ve yok etmek Yunanistan`ın millî hedefidir. Ancak; Türkiye; silâhlı kuvvetleri başta olmak üzere birçok yönden Yunanistan`dan üstündür. Bu hedefe sıcak bir savaşla ulaşamayız. Türkiye`nin psikolojik hassasiyetleri vardır.
Bunlar kullanılarak Türkiye zayıf düşürülmeli, hatta parçalanmalıdır.
Bu hassasiyetler;
1. Türkiye`de Kürt sorunu vardır, bu hassasiyet kullanılmalıdır.
2. Radikal dinci guruplar vardır. Türkiye`deki dinî konular hassasiyet
ihtiva eder. Bu konu kullanılmalıdır.
3. Türkiye`de mezhep ihtilafı önemli bir hassasiyettir. Alevi-sünnî
ihtilafı kullanılmalıdır.
4. Türkiye`nin ekonomik ve sosyal hassasiyetleri vardır.
5. 1915 yılındaki Ermeni katliamı bir hassasiyettir. Bu konu
kullanılmalıdır.`
Yazar, Andreas DENDRİNOS, kitabında;
Türkiye`nin zayıf düşürülmesi ve parçalanması için Kürtçü-bölücü
örgütlerin nasıl destekleneceğini, Ortadoğu`da Suriye`nin, Avrupa`da
İngiltere, Almanya ve Fransa`nın Türkiye aleyhine nasıl kullanılacağını
detaylı olarak ortaya koymuştur.
Adı geçen kitap 1983 yılında Başbakan Andreas PAPANDREU
tarafından `Yunanistan Savunma ve Dış Politika Konseyi(KSEA)`
adını alan Yunanistan Millî
Güvenlik Kuruluna getirilmiş ve
kabul edilip hükümete uygulama
yetkisi verilmiştir.
Yani Yunanistan`ın en üst
siyasî ve askerî karar organı,
Türkiye hakkında hazırlanan
psikolojik harp istihbaratı bilgilerini
ihtiva eden `Yunanistan
Uyan` isimli kitabın uygulanması için eylem kararı almıştır.
Nitekim kitapta belirtilen birinci hassasiyet olarak Kürtçü-bölücü
faaliyetin ele alındığı görülmüştür.
PKK terör örgütünün 15 Ağustos 1984 yılında Eruh ve Şemdinli
eylemleriyle adını iç ve dış kamuoyuna duyurması ve 15 yıl Türkiye
Cumhuriyeti Devletini siyasî ve askerî yönden meşgul ederek 30.000
kişinin hayatına mal olması, Yunanistan tarafından Türkiye`ye karşı
planlanan psikolojik harbin bir safhasının uygulanmasıdır.
PKK terör örgütünün, teröristbaşının 1999 da yakalanarak
Yunanistan`ın desteğini itiraf etmesi ile ülkemize uygulanan psikolojik
harbin uzun yıllar önce hazırlandığını ortaya çıkarmış, bilinen gerçek
dünya kamuoyunun önünde bir kere daha teyit edilmiştir.
Bu durum ancak; ülkemize karşı planlanan psikolojik harbin
yürütülmesi için hazırlanan psikolojik harp istihbaratının bir sonucudur.
Bu, psikolojik harp istihbaratının ne kadar etkili olduğu da açıkça
görülmüştür.
PSİKOLOJİK HARP İSTİHBARATI`nın ELDE EDİLİŞİ:
Psikolojik harpte istihbarat:
Hedef ülkenin tarihî geçmişi başta olmak üzere o ülke hakkında
stratejik istihbarat konularının detaylı şekilde tespitidir.
Psikolojik harp/harekat istihbaratlarının kaynakları:
1.İstihbarat belge kaynakları;
a. Muharebe kuruluşu el kitapları,
b. Gazeteler ve dergiler,
Yani Yunanistan`ın en üst
siyasî ve askerî karar
organı, Türkiye hakkında
hazırlanan psikolojik
harp istihbaratı bilgilerini
ihtiva eden `Yunanistan
Uyan` isimli kitabın
uygulanması için eylem
kararı almıştır.
c. Araştırma ve inceleme raporları,
d. İstihbarat raporları,
e. Düşmandan ele geçirilen belgeler,
I. Resmi belgeler: Planlar, haritalar, emirler, el kitapları,
II. Özel belgeler: Belgeler, kişisel mektuplar, not defterleri,
e. Biyografik istihbarat bilgileridir.
2. İnsan kaynakları:
a. Savaş esirleri,
b. Mülteciler,
c. Sivil yöneticiler,
d. O bölgede uzun süre hizmet gören sivil polisler.
PH İstihbaratı stratejik istihbarat istihsali gibi aynı metotlarla elde
edilir.
Psikolojik harp istihbaratı, uzun bir çalışma ile özellikle hedef ülke
hakkında yayınlanan bütün yayınları incelenerek elde edilen bir istihbarattır.
Bu konuda yetişmiş elemanlar çeşitli kimliklerle o ülkeye gelirler ve
yıllarca o ülke hakkında her alandaki hassasiyetleri tespit ederler.
Psikolojik harp istihbaratının temel dokümanı `temel incelemedir`
Temel inceleme;
Stratejik istihbarat konularının tümünden (siyasî, askerî, coğrafî,
ulaştırma, ekonomik, ilmî ve teknik, sosyolojik, biyografik...) hassasiyetleri
detaylı şekilde incelenmek üzere ihtiva eden bir dokümandır.
Ekleri fotoğraf ve ses albümleridir.
Yani hedef ülkenin sosyal yapısının detaylı fotoğraf ve film arşivleri
günlük konuşmalar, müzik ve çeşitli sesleri arşivlenmiştir. Ülkemize turist
olarak gelen bazı yabancıların bıkmadan hiç ilgisi olmayan kişi ve
olayları yüzlerce ve binlerce film harcayarak çekmeleri ve itina ile
ülkelerine götürmelerinin sebebi ülkemiz hakkında yaptıkları temel
incelemenin fotoğraf ve ses albümünü tamamlama gayretlerinden
başka bir şey değildir. Kamuoyunda yaygın bir görüş; `Bizim bazı orijinalliklerimiz
ve tabii yanlarımız, yabancılara çok ilginç gelmektedir. Bu
yüzden ilgileniyorlar ve çok resim çekiyorlar` şeklindedir.
PSİKOLOJİK HAREKAT İSTİHBARATI`nın ELDE EDİLİŞİ:
TANIM:
Psikolojik harekat istihbaratı da; `Yürütülen psikolojik harbin
içinde her hangi bir alandaki hassasiyetin tespiti, tasnifi, yorumlanması
ve istihbarat haline getirilmesidir.`
Psikolojik harekatta istihbarat, psikolojik harekat faaliyetinin kimliği,
mevkii (konumu) , şartları, hassasiyetleri hakkında ihtiyaç duyulan bilgileri
temin etmek için yapılır.
Psikolojik harekat istihbaratının elde edilişi taktik istihbaratın elde
edilişi gibidir.
Psikolojik harekat istihbaratının temininde bir metot da propaganda
analizi işlemidir.
Propaganda analizinde muhasım (düşman) propagandası alınır ve
analiz edilir. Belli formüle göre bu işlem yürütülür.
Propaganda analizinde KAMTE formülü kullanılır.
K= Kaynak, propaganda kaynağı nedir? Kaynak açık mıdır, gizli
midir?
A=Araç; kullanılan araç nedir? (Basın, TV. fısıltı... gibi)
M=Muhteva(İçerik); Konusu ve ana fikri nedir? Hangi konuları
işliyor?
T=Tema; Kullanılan temalar nedir? İddiaları nedir?
E=Etki; Bu propaganda ne etki yapmıştır, Ekosu, yankısı nedir?
Bu sorulara cevap aranır ve propagandayı üreten kaynak hakkında
bilgi toplanır.
Ayrıca propaganda; tehditler ihtiva ediyor, hakaret ve sertlik
taşıyorsa bu kaynağın korku ve zafiyet içinde oluşunu gösterir.
Psikolojik harekat istihbaratına
örnekler;
Örnek-1:
II. Dünya Savaşı`nın başlangıç
yıllarında Alman Genelkurmay
İstihbarat Başkanlığı Fransa`ya
yapılacak harekatın başlama tarihi
hakkında kesin bir karara varamaz.
En az 1 yıllık bir planlama ve hazırlık öngörülür. 1941 yılında Fransa`ya taarruz planlanmaktadır.
Ancak bu arada elde edilen psikolojik harekat istihbaratı harekatın 1 yıl
öne alınmasını ve 1940 yılında Fransa`ya taarruz edilmesini ve Fransız
Ordusunun en zayıf şekilde yakalanmasını sağlar.
O olay şudur; II. Dünya Savaşı`ndan önce Almanya`dan Fransa`ya
istihbarat ve psikolojik harekat istihbaratçısı olarak 15.000 kişi turist
görüntüsü ile gelmiştir. Fransızlar turist artışına sevinmekte, alacakları
dövizi düşünmektedirler.
İstihbaratçılar Fransa`nın kritik arazilerini yol, köprü, menfez, boğaz,
geçit ve elektrik santrallerini tespit edip fotoğraflarını çekerken,
Psikolojik Harekat İstihbaratçıları da Fransa`nın her alandaki hassasiyetlerini
tespit etmekteydiler.
Bir uzman psikolojik harekat istihbaratçısı, Paris`te Eyfel Kulesi
civarında Le Monde gazetesini okurken önünde duran taksiden bir
Fransız generali iniyor ve ücret konusunda anlaşamadığı taksi şoförü ile
münakaşa ediyor ve taksi şoförü generalin arkasından küfür ediyor. Bu
olayı kayıt eden Alman psikolojik harekat uzmanı, mesajını Psikolojik
Harekat İstihbarat Merkezine çekiyor.
Alman Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı ve Psikolojik Harekat
Başkanlığı olağan üstü bir toplantı yapıyor.
Değerlendirme şöyledir;
`Bir ordu mensubu ve bir general normalde halkından saygı görür.
Eğer taksi şoförü sokakta generalin arkasından küfrediyorsa halk
ordusunu sevmiyordur ve ordunun morali bozuktur. Fransız ordusu
toparlanmadan kendini halkına sevdirmesine zaman bırakmadan
Fransa`ya taarruz edilmelidir.`
Gerçekten, Fransa Alman hududu boyunca uzanan ve 30 milyon
Franka mal olan meşhur Majino hattını yapmış ve modern Fransız
topçusunu beton ve çelik mevzilere yerleştirmişti. Ancak Fransız
ordusunda sabah içtimasında bölük komutanının arkasından asker
nanik yapıyor ve halk ordusunu sevmiyordu.
Bu sevgisizlik, Alman psikolojik harekat ajanlarının da etkisiyle
nefrete dönüştürülmüş, Fransız mühimmat fabrikalarındaki topçu mermilerinin
sevk çapı, birkaç milimetre büyük imal edilmişti. Alman taarruzu
başladığı zaman Majino hattındaki Fransız topçusunun mermileri
namlulara girmiyor ve bazı Fransız subayları top başında tabancalarını
şakaklarına dayayarak intihar ediyorlardı.
Gerçekten Fransız halkı o dönemde ordusunu sevmiyordu ve ordu mensupları da bu durumu hissederek kendilerini sevmeyen bir halk
için savaşa karşı isteksizlik gibi ciddi bir zafiyet içinde bulunuyordu.
Bu hassasiyeti bir olayla tespit eden Alman psikolojik harp teşkilatı,
elde ettiği hassasiyet haberini doğru yorumlayarak psikolojik harekat
istihbaratı haline getirmiş, elde ettiği psikolojik hareket istihbaratını
yerinde ve zamanında kullanarak ve Fransız ordusunu, bu hassasiyetini
gidermeden taarruz ederek 1 hafta içinde imhaya sürüklemiştir.
Örnek-2:
1985 yılında, Tunceli Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü ve İl Jandarma
Komutanlığından aldığı bir bilgiyi harekat merkezine çekiyordu.
Mesajda; `Tunceli`de, PKK terör örgüt elemanlarının koç ve koyun başlı
mezar taşlarını tahrip ettikleri` belirtiliyordu.
Harekat merkezinde görevli asker ve sivil istihbarat
personeli:`Terör insanları hedef almış, taşlarla mı uğraşacağız, kayda
değer olmayan bir konu` diye kenara koymuşlardı. Ancak olaya
psikolojik harekat istihbaratı gözlüğü ile bakıldığında farklı anlamlar
taşıdığı görülebiliyordu.
Koç başı ve koyun başı, Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türk devletlerinin
millîyet sembolleriydi. Tunceli`de Kürtçülük propagandası yapan
ve bir Kürt tarihi uydurmak isteyen PKK terör örgütü Tuncelili vatandaşlarımızın
dedelerinin menşeini ve Türklüğünü ispat eden bu sembolü
ortadan kaldırmak istiyor ve mezar taşlarını bunun için tahrip ediyordu.
Konu bu açıdan ele alınmış, tahripleri önlenmiş, İçişleri Bakanlığı
tarafından koç ve koyun baş motifli mezar taşları ve diğer tarihi eserlerin
albümleri hazırlanmış, envanteri çıkarılmış, tarihçiler ve diğer
bilim adamları tarafından bu konuda eserler yayınlanarak terör
örgütünün yaptığı propaganda önlenmiştir.
Bu örnek incelendiğinde: Görülür ki; Yunanistan`ın Türkiye`ye karşı
yürüttüğü psikolojik harpte Yunanistan`ın kendi millî hedefi doğrultusunda
bir malzeme olarak kullandığı PKK terör örgütünün, psikolojik
hassasiyeti bölge halkının atalarının tarihten gelen Türklük simgeleri ile
Türk asıllı olduğunun ispatıdır.
Terör örgütünün bu tarihten gelen Türklük sembollerini ortadan
kaldırarak siyasî ve psiko-sosyal alanda bir psikolojik harekat operasyonu
yapmak istemiş, ancak bu konuda psikolojik harekat istihbaratı
elde edilerek karşı tedbir alınmıştır.
Örnek-3:
1987 yılında Yunanistan her zaman yaptığı gibi Lozan Antlaşmasını
ihlal ederek Ege Adalarına yığınak yapıyordu. Aylardan mayıs ayı idi.
Fakat o yıl kış çok sert geçiyordu. Mayıs ayında sobalar ve kaloriferler
yanıyordu. Sakız adasındaki otellerde bulunan turistler için, Yunanistan
bir gemi kalorifer yakıtı `fuel-oil` göndermiştir. Sakız adasındaki Tugay
komutanı Piyade Albay garnizon birliklerinin yakıtı yok diye, gelen bir
gemi yakıta el koymuş tugay mutfaklarında ve kışla kaloriferlerinde
yaktırmıştı.
Üşüyen turistler rezervasyonlarını iptal ettirmişler ve Sakız adasını
terk etmişlerdi.
Sakız adasındaki turistik otel sahipleri ve otellerde çalışanlar başta
olmak üzere, bütün ada halkı ellerinde `Sakız adasında Yunan askerî
istemiyoruz`, `Kıbrıs`a gittiniz de ne oldu, adanın yarısını Türkler aldı`
`Biz Türklerle dostuz, sizi burada istemiyoruz` şeklinde pankartları
olduğu halde kışlanın tel örgülerine dayanmışlar ve Yunan tugayını
protesto etmişlerdir.
Yunan silâhlı kuvvetleriyle ada halkının arasındaki bu önemli hassasiyet
tam bir psikolojik harekat istihbaratı olup, klâsik istihbaratçılar
tarafından değerlendirilememiş ve vaktinde ilgililere verilememiştir.
Askerî istihbaratçı adadaki piyade tüfeğinin artışını dikkate alır, onu
kaydeder ve envanterine dahil eder. Ancak eğer bu konuda bir eğitimi
yoksa toptan tüfekten çok daha mühim olan böyle bir haberi
değerlendiremez ve kullanıcısına gönderemez.
Psikolojik harp istihbaratçısı normal istihbaratçıya göre daha fazla
uzmanlaşmış olmalıdır.
Psikolojik Harp İstihbaratı devamlı bir faaliyet olup toplanır, tasnif
edilir ve zamanı gelince kullanmak üzere saklanır. Devamlı güncelleştirilir.
Psikolojik Harekat İstihbaratı ise; muharebede kullanılan taktik istihbarat
gibi carî bilgileri ve yürütülen harekatla ilgili ihtiyaç duyulan
istihbarattır. Temin edildiğinde vaktinde kullanılmazsa güncelliği
kalmaz ve bir kıymet ifade etmez.
SONUÇ OLARAK:
Psikolojik harp ve psikolojik harekat istihbaratçılığı uzmanlık isteyen
önemli bir hizmet alanıdır.
Hazarda ve seferde aralıksız devam eden bir faaliyettir.
108 O⁄UZ KALEL‹O⁄LU/PSKOLOJK HARP‹ST‹HBARATI
Dünyanın bütün gelişmiş ülkeleri bu konuda önemli harcamalar
yaparak teşkilatlar kurmuşlar ve uzman elemanlar yetiştirmişlerdir.
Ülkemizde de bu konuda daha kapsamlı çalışmaların yapılması
kaçınılmazdır.
KAYNAKLAR:
1. ST 33-5 Psikolojik Harekat Teknik ve Yöntemleri
2. FM 33-1 Psychological Operations
3. Genelkurmay Başkanlığı Yayınları
4. ABD Psikolojik Harekat Kurs Notları
5. İngiltere Kraliyet Akademisi Psikolojik Harekat Kursu Yayınları
6. Almanya Psikolojik Harp Kursu Yayınları
7. NATO Psikolojik Harp Seminerleri Dokümanları
Oguz KALELİOĞLU*

Türban, Ermeniler, Kürtler, Aleviler...

Ahmet Altan / Taraf / Çarşamba, 1 Temmuz 2009

Yeryüzünün en güzel ülkesinde yeryüzünün en saçma insanları yaşıyor gibi geliyor bazen bana. Guliver’in dolaştığı o tuhaf, masalsı ülkelerden biri sanki burası. Eğer Guliver buralara da gelmiş olsaydı herhalde yazarı onun ağzından, “anlamsızlığı anlam zanneden garip insanların diyarına uğradım” diye yazardı. Haklı da olurdu. Neredeyse anlamsızlığı ve saçmalığı “hayatın tam orta yerine” yerleştirip bütün davranışlarımızı da ona göre ayarlıyoruz. Şu son olay bir bakın. Ankara Barosu’ndaki seçimlerde türbanlı ya da başörtülü, hangi kelimeyi kullanmak istiyorsanız onu kullanın, on yedi avukat kadın oy kullanıyor. Daha sonra bundan sorun çıkıyor. Barolar Birliği, bu avukatların cezalandırılmasını istiyor. Ankara Barosu buna karşı çıkıyor, “bunun faşizan bir davranış olacağını” söylüyor. Barolar Birliği ısrar ediyor. Ve Ankara Barosu, “faşizan” olduğunu söylediği uygulamayı yapmak zorunda kalıyor. Bir hukuk kurumu, “faşistçe” bulduğu davranışı hayata geçiriyor. Şimdi, bunun neresinde bir anlam var? Avukat kadınların baro seçimlerinde türban ya da başörtüsü takmasının nasıl bir sakıncası olabilir? O örtüyü takıp takmamaları onların düşüncesini değiştirecek değil ya. Ama, durduk yerde “ciddi” bir sorun yaratılıyor. Türban takmak “laikliğe” aykırı bulunuyor. Barolar Birliği, hangi hukuksal ölçüyü kullanarak “başörtüsünü” ya da “türbanı” laikliğe aykırı görüyor? Bu ülke başörtülü ve türbanlı kadınlarla dolu. Baro seçimlerinde oy veremeyenler, genel seçimlerde nasıl oy verecek? Türbanlıların genel seçimlerde de oy verme hakkı mı kısıtlanacak? Ankara Barosu’nun dediği gibi bu tür uygulamalar kaçınılmaz olarak “faşizme” gider. Laik olacağız derken rahatlıkla faşist oluyoruz. Zaten bu anlamsız “türban” takıntısı yüzünden bu ülkede laiklikle “faşizm” yavaş yavaş eşanlamlı iki kelime haline gelmeye başladı. Ama bence asıl sorun bu değil. Hukukçular istedi diye “faşist” olmaz bir ülke. Sadece zalimler bir ülkeyi faşistleştiremez. Mutlaka bu konuda “mazlumlardan” destek almaları gerekir. Ve, bu desteği ne yazık ki alıyorlar. Bakın, bizim ülkenin türbanlı kızları ve onların türban takma hakkını savunan dindarları, “Ermeni sorunu” konusunda ne düşünüyor? “Ermenilerden özür diliyoruz” diye bir kampanya var, bu kampanyaya imza verirler mi? Ermenilerin gördüğü zulmü araştırmaya, yaşananları kabul etmeye hazırlar mı? Dindarlar bir “Ermeni sempozyumu” toplayıp bu konuyu tartışırlar mı? Ya da dindarlardan ve onları temsil eden partilerden bir “Kürt sorunu” kurultayı bekleyebilir miyiz? Dindar Sünniler, “Alevi hakları” için ayağa kalkarlar mı? Bugüne kadar bunların bir örneğini görmedik. Türban konusunda çok hassas olan bir dindarın yanında Ermeni meselesini bir açın bakalım, nasıl tepki alacaksınız? Gerçekleri tartışmaya razı olacak mı? Yoksa Ermeni konusunda Barolar Birliği’nin yanında mı yer alacak? Ben Kürt meselesinde de dindarlarla Barolar Birliği’nin aynı düşünceleri paylaşabileceğini düşünüyorum doğrusu. “Faşizan” baskılar yaratmaya yatkın duran Barolar Birliği gibi kuruluşların gücü, çeşitli konularda “kurbanların” desteğini almalarından kaynaklanıyor. Siz Kürt meselesinde, Ermeni meselesinde “demokrasiye, insan haklarına, hukuka” aykırı davranışları destekleyip sadece “türban ya da başörtüsü” meselesinde demokrasi isterseniz, istediğinizi elde edemezsiniz. Aynı şey Ermeniler, Kürtler, Aleviler için de geçerli. “Ermeni soykırımı kabul edilsin” diye kampanyalar açan özellikle yurtdışındaki Ermenilerden kaçı aynı şehvetli mücadeleciliği “türban” konusunda gösteriyor? Kaç Kürt, “türbanlılara” destek elini uzatıyor? Kaç Alevi, “türban” özgürlüğünü savunuyor? Her zaman söylemeye çalışıyorum, ben bu ülkedeki “faşizmin” kurbanlarının aynı zamanda o faşizmin destekleyicileri olduğuna inanıyorum. Onun için bu ülkeyi bir türlü değiştiremiyoruz. Özgürleştiremiyoruz. Doğru dürüst bir hukuk sistemi kuramıyoruz. İnsan haklarını hayatımızın içine yerleştiremiyoruz. Karakollarda öldürülen çocuklara sahip çıkmadan “türbanı” savunmak ne işe yarar? Hiçbir işe yaramaz. Bir gün bu ülkede yaşayan insanlar, türbanlıların, Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin, solcuların, işçilerin kısacası “haksızlığa uğrayan” bütün insanların aslında “aynı haksızlığa” uğradığını anlayacaklar. Parça parça kurtuluş olmadığını kavrayacaklar. O gün, bu ülke saçmalıkların esiri olmaktan, gizli ya da açık bir faşizmin kurbanı haline gelmekten kurtulacaklar. O zamana kadar biz hep aynı saçmalığı yaşayacağız. Çünkü o saçmalığın kurbanları destekliyor o saçmalığı.
http://www.taraf.com.tr/makale/3067.htm

Not: Bu yazı Türkiye'nin hangi kanayan konularının kimler tarafından kaşındığını gösteren, kaşınan ve kanatılan yaraların mağdurlarının yönlendirilmesine yönelik bir yazı. Ermenilerce birbuçuk milyon müslüman (Türk-Kürt) katledilecek, bunlar Ermenilerden özür dileyecekler. Ne için ? "Kusura bakmayın bizi katlettiğiniz için" sizden özür diliyoruz diyecekler. Başörtülüler Ermeni özürcülerinin yanında yer almalıymış! Bu yazı, Başörtüsü'nün de Kürt Meselesi'nin de Alevi Meselesi'nin de Ermeni Meselesi'nin de aynı kaynaktan beslendiğini gösteren başlıbaşına bir delil. Aynı yabancı güçlerin ve piyonlarının işi olduğunu gösteriyor.

Alevi Kürt yoktur

Rıza Zelyut
Alevi Kürt yoktur tezi
26 Ağustos 2007 Pazar 12:28

Yusuf Halaçoğlu bir konuştu pir konuştu. Bir tez de Rıza Zelyut'tan geldi. Bu sözler de tartışılır...Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu, bir hafta önce Kayseri’de bir konuştu pir konuştu. Prof. Halaçoğlu; “Bugün Kürt olarak bilinen hatta hatta söyleyeyim; Alevi Kürt olarak bilinen insanlar maalesef Ermeni’den dönmedir” demişti. Onun sözleri; günümüzün önemli bir sorununun tartışılmasının da önünü açtı. Şimdi soru şudur: Türkiye’de Kürt Alevi var mıdır? Ermenilerin bazıları 1915 sürgününden sonra Alevi olup Kürt Alevisi haline mi gelmişlerdir?Yusuf Halaçoğlu'ndan sonra bir tez de Alevi alemini en iyi tanıyan isim Rıza Zelyut yazdı. Zelyut, Alevilerin Kürt olmadığını iddia etti ve tarihini böyle kaleme aldı;RESMİ TARİH GİZLİYORBugün resmi tarihçi Yusuf Halaçoğlu’nun da PKK çizgisindeki Kürtçülerin de ‘Alevi Kürt’ veya ‘Kürt Alevisi’ gibi terimlerle anlattığı kesim; özbeöz Türk’tür. 1501 yılında, Anadolu’dan giden Türkmenler, İran’da Safevi Devleti’ni kurdular. Bu devleti daha 15 yaşında kuran Şah İsmail, Hatayi mahlasıyla şiirler yazıp deyişler söylüyordu. O, bugün bile Anadolu Alevileri için çok kutsal bir kişiliktir. Cem törenlerinde Hatayi’nin üç nefesi okunmazsa tören yürütülemez. MİLLET-İ SADIKA: ERMENİLERErmeni halkı, milattan öncesinden beri Kuzeydoğu Anadolu ile Kafkas hattında yaşamaktadır. En eski Hıristiyanlar’dan birisi Ermeni halkıdır ve bunlar dinlerini asla terk etmemişlerdir. Türkler bölgeyi ele geçirdikten sonra Ermenilerle dost olarak yaşamaya başlamışlardır. Kürtler ise tarihte, adı çok az geçen bir kavimdir. Bunlar; Doğu Anadolu’nun dağlık kesiminde yaşayan göçebelerdir. Bir devlet kuramamışlardır. Ancak 1514’ten sonra aşiret reisleri güç kazanmışlardır.Kürtler; inanç olarak İslam’ın Şafii kolundandır. Tarikat olarak da büyük ölçüde Nakşibendiliği seçmişlerdir. Bu yönüyle de Alevilerle Kürtler arasında derin uçurum bulunmaktadır.ANADOLU ALEVİLİĞİAnadolu’daki Alevilik; özü itibarıyla Türk kimliklidir. Bu topraklardaki Aleviliğin kendisini anlatma aracı, ‘bağlama’dır. Bu saz Türk’e özgüdür. Aleviler, bağlamayı kutsamış; ona “Telli Kuran” denilmiştir. Kürtlerde bağlama olmadığı gibi onun kutsanması da yoktur. Anadolu Alevileri’nin ibadeti olan cem töreni de Türkçe ibadet biçimidir. Bu topraklarda asla Kürtçe cem yapılmamıştır. Bugün Kürt Alevi diye bilinen veya kendilerini öyle sananlar bile cemlerini Türkçe yapmaktadırlar. Sadece bu olgu bile Kürt Alevi’nin, Türk Alevi olduğunu göstermeye yeter. Yine Anadolu Aleviliği’nin “Yedi Ulular” diye kutsadığı ozanların tümü Türk’tür. Seyyit Nesimi, Hatayi (Şah İsmail), Yemini, Virani, Pir Sultan Abdal, Fuzuli, Kul Himmet Türkçe yazan ozanlardır. Günümüzde bile Kürt kökenli bir Alevi ozanı yoktur. Anadolu Alevileri’nin kutsal kişileri arasında Kürt kökenli kimse bulunmamaktadır.Kürtlerde kadının durumu ile Aleviler’de kadının durumu birbirine hiç benzememektedir. Ayrıca sivil yaşam modeli de birbirine taban tabana zıttır. Bu yüzden Anadolu’da dikkat çekecek bir kitle olarak Kürt Alevisi veya Alevi Kürt olmamıştır. Bu terimler, son yirmi yılda ortaya çıkmıştır. Bir taraftan Osmanlı zihniyetindeki resmi tarihçiler; bir taraftan, Alevileri de Kürt göstermeye çabalayan PKK’lılar; Alevi Kürt terimini icat etmişlerdir. Bazı Alevi’nin Ermeni olduğu iddiası da tamamen yanlıştır. Çünkü; Ermeni milleti, Hıristiyan olarak kalmıştır. Bunlardan İslam’ı seçenler de çok azdır. Bu gibi Ermenilerin Alevi nüfus içinde belirleyici olduğunu düşünmek, tarihi tersyüz etmekten başka şey değildir. (Akşam)

5 Temmuz 2009 Pazar

Okumuyoruz, kafamız karıştırılıyor!

Not: Arkadaşlar, aşağıdaki forum, zaten az okuyan, kafası karışık halkımızın midesini bulandıracak iddiaları, çoğu ermeni kaynaklı görüşleri ileri sürüyor. Yazışmaların çoğu Ermeniler tarafından, Türk, Kürt veya Alevi kimlikleriyle yapılıyor. Ama görülen o ki Türkler, Türk kaynaklarından Ermeni Meselesini okuyup anlamadıkça, tarihi bilir hale gelmedikçe birtakım saçma sapan kavramlarla Ermeni iddiaları ve tezleri Türk, Kürt ve Alevilerin beynine kazınmaya devam edilecektir. Bu bakımdan bu ve benzer forumlardaki bilgilere çok tedbirli yaklaşılması gerekmektedir.

http://www.aleviforum.com/showthread.php?t=12681

Bu gibi forumlarda doğru giden ve toplumumuzu bilinçlendirecek bilgileri de saptırmak için Türk ve Alevi kimliği ile ortaya çıkıp saçma sapan hikayeler anlatan ermenilere rastlanmaktadır:

http://www.alevileriz.biz/archive/index.php/t-20861.html

Ermenilerin Ermenilere yaptıkları zulümleri işleyen ve yukarıdaki forumda geçen bir yazıya karşılık olarak ' zazagirl' rumuzuyla yazılan şu yazı bir saptırmaya açık örnek olarak verilebilir:

09-03-2007, 01:22 PM

kesinlikle ermeni soykırımı vardır..bizim köyümüz çok eski bir ermeni köyüdür..hatta ismi de ermeni ismidir(ekrek)..türkler ermenileri öldürmeye yeltendiklerinde yada köyü bastıklarında,kendilerini köyümüzde bulunan gölet'e atmışlar..malları, altınları, değerli neleri varsa beraberlerinde suya atlamışlar..yani toplu intihar..şu an bu olay bizim köyde hikaye misali anlatılır..o göletin altında ermenilerin altınlarının olduğu rivayeti vardır..bu gerçekte de dedelerimizden bize kadar gelmiştir..türkler ermenileri öldürdü de,ermeniler öldürmedi mi..tabiki öldürdüler.. karşılıklı olmuş..saygılar..

Not: Kendisine zaza vesaire diyen birtakım insanlar Alevilerin, Kürtlerin arasına girmiş ve onları parmağının ucunda oynatmaya çalışmaktadır. Mesele budur. Böl, parçala, yut! Bu politika yüz yıl öncesinin ingiliz politikasıydı. Şimdi geçmiyor. Yemezler. Sadece Erzurumdaki Ermeni Katliamları için bkz:

http://erzurumveermeniler.blogcu.com/

Ermeni İtirafları

Sözü edilen bu kitap Ermenistan'nın ilk Başbakanı Kaçaznuni'nin 1923'te parti konferansında sunduğu tebliğ metni olarak Mehmet Perinçek tarafından Rus arşivlerinde bulunmuş ve Kaynak Yayınları tarafından kitap olarak yayınlanmıştır. Bildiğim kadarı ile su anda İngilizce ve Fransızca olarak da yayınlanmış, Almanca çevirisi de bitirilmiş olabilir. Daha bir kaç dile çevrileceğini de biliyorum. Hatta İsçi Partisi bu kitabi Avrupa'da parlamenterlere gönderiyor. Umarım devlette ya da sivil toplum örgütlerinde birileri akıl eder de böyle bir kitabı her dilde çevirip tüm dünya yayın organlarına, AB meclisi üyelerinin ev adreslerine, sivil toplum kuruluşlarına, kitapçılara, kütüphanelere gönderirler. Önemli olan dünyanın bilmesi. Türklere biz savaş açtık!

Burhaneddin AYDIN 11/09/2006

ERZİNCAN (İHA)- Uluslararası faaliyet gösteren Ermeni lobilerinin sözde soykırım iddiaları, Ermenistan'ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni tarafından yalanlandı. Kaçaznuni'nin 1923 yılında Bükreş'te yapılan Ermeni meselesi ile ilgili Taşnak Partisi toplantısında sunduğu rapor gerçekleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Kaçaznuni'nin Osmanlı döneminde yaşananları anlattığı kendi imzasını taşıyan rapor, Türk Hava Kurumu (THK) tarafından Rusça'dan Türkçe'ye tercüme edilerek kitap haline getirildi. Kitapta yer alan bilgiler Türkler'in Ermeni soykırımı yaptığı iddialarını kesin bir dille yalanlarken, kitap Türkiye genelindeki bütün kütüphanelere ulaştırıldı. Kaçaznuni'nin yakın tarihe ışık tutan belge niteliğinde sözlerinin yer aldığı kitap, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu'na karşı nasıl bir ihanet içinde olduklarını da gözler önüne serdi. Yıllarca sözde soykırıma uğradıklarını iddia eden ve dünya kamuoyunu baskı altına almaya çalışan Ermenilerin bütün tezlerini çürüten ilk başbakanları, 128 sayfalık raporunda şu çarpıcı ifadelere veriyor:
Operasyona katıldık
1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmadığı dönemde, Güney Kafkasya'da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı. Sadece birkaç hafta içerisinde Ermeni devrimci Taşnaksutyun Partisi hem bu birliklerin kurulmasına hem de Türkiye'ye karşı gerçekleştirdikleri askerî operasyonlara aktif biçimde katıldı.Barışı sabote ettikTürklere karşı ayaklandık. Barışı sabote etmek için savaştık bile. Artık hepimiz Türkler'in düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık. Türkiye'den "denizden denize Ermenistan" talep etmekteydik. İtilaf devletlerinin ordularını Türkiye'ye göndermeleri ve hâkimiyetimizi temin etmeleri için Avrupa ve Amerika'ya resmî çağrılar yaptık. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türkler'le savaştık. Öldük ve öldürdük. Artık, Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz ki?Gerçekleri göremedikAskerî operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya'ya bağlandık. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların sebebi biziz. Türklerin millî mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. Sevr Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin bize vadettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiç bir zaman devlet olamadık. Türkiye Ermenistan'ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı gerçeğini göremedik.Aklımız dumanlanmıştıBiz Ermeniler kayıtsız şartsız Rusya'ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık. Sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar hükümetinin Ermenistan'ın bağımsızlığını bize armağan edeceğinden emindik. Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin sözlerine büyük önem vererek, kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık. Türkler doğru yaptı1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu bir göçe tâbi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Bu yöntem en kesin ve uygun olanıydı. Kızgınlık ve korku içinde bulunan biz Ermeniler, 'suçlu' arıyorduk ve bu suçluyu Rus Hükümeti ve onun kalleşçe politikaları olarak belirledik. Siyasal açıdan olgunlaşmamış ve dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık. Rus Hükümeti'ne karşı dünkü inancımız ne denli körü körüne ve temelsizse, bugünkü suçlamalarımız da o denli körü körüne ve temelsizdi. Siyasal bir parti ( Taşnaksutyun) olarak biz, meselemizin Rusları ilgilendirmediğini ve onların gerektiğinde cesetlerimizi çiğneyerek geçip gidebileceklerini unutmuştuk.Barış teklifini reddettik1914-1918 yıllarında emperyalistlere karşı savaşlarında bozguna uğrayan Türkler, direnerek iki yıl içerisinde tekrar kendilerine geldiler. Yeni genç ve milliyetperver duygularla hareket eden bir nesil ortaya çıkarak, Anadolu'da kendi ordusunu yeniden organize etmeye başlamıştı. Türkiye'de millî bilinç ve kendisini savunma içgüdüsü uyanmıştı. Onlar küçük Asya'da istiklâllerini hiç olmazsa bir şekilde temin edebilmek için Sevr Antlaşması'na askerî güçle karşı koymak zorundaydılar. Bizim bu dönemde barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Çok geçmeden sınırlarımıza askerî operasyonlar başladığında, Türkler bizimle bir araya gelmeyi ve görüşmelere başlamayı teklif ettiler. Biz ise onların bu teklifini geri çevirdik. Bu büyük bir hataydı. Bu, görüşmelerin kesinlikle başarıyla sonuçlanacağı anlamına gelmezdi ama bu görüşmelerde barışçı bir sonuca ulaşma ihtimâli vardı. Herkes bizi kandırdı"Kaderden şikayet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışımızda aramak acıklı bir durumdur. Bu bizim (hastalıklı) millî psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir ve Taşnaksutyun Partisi de bundan kaçamamıştır. Sanki uzak görüşlü olmamız bir kahramanlıktı, çünkü isteyen herkes, Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar, Gürcüler, Bolşevikler tek kelimeyle bütün dünya bizi kolayca aldattı, atlattı ve ihanet etti. Oysa bizler safça bu savaşın Ermeniler için yapıldığına inandırılmıştık." Barışı sabote ettikOsmanlı'dan, Akdeniz'e uzanan bir Ermenistan talep ettik. Derhal gönüllü birlikleri oluşturduk, Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. İsyanımızın temelinde İtilaf Devletlerinin bize vadettiği Ermenistan hayali vardı, gerçeği göremedik.
HALAÇOĞLU:
Bu itiraflar gerçeğin ta kendisidirKonuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU, Ermenistan'ın ilk başbakanı Kaçaznuni'nin itiraflarının gerçeğin ta kendisi olduğunu söyledi. Halaçoğlu, "1923'te başbakanlık görevine gelen Kaçaznuni, aynı yıl Bükreş'te Ermeni meselesinin ele alındığı Taşnak Parti Konferansı'nda, şimdi Türk Hava Kurumu tarafından kitap hâline getirilen 128 sayfalık raporu tebliğ olarak sunmuştur. Bu konferansa katılan SSCB ve Avrupalı delegasyonun huzurunda Kaçaznuni , bütün gerçekleri açıklamıştı. Kaçaznuni, buradaki konuşmasında, 'İtilaf devletleri bizi hep Anadolu'da bir Ermenistan hayaliyle kandırdı. Bu boş hayale kapılarak Taşnak çeteleri kurup, 7 cephede savaşan Osmanlı ordularına silah ve mühimmat götüren birliklere saldırdık. Sonuçta İtilaf devletleri verdiği sözü tutmadı. Biz de Osmanlı'ya ihanetimizin bedelini tehcir ile ödedik. Böyle yapmasaydık belki de bu tehcir olayı başımıza gelmezdi' diyerek bugünkü sözde soykırım iddialarını ortaya atanlara tokat gibi bir cevap vermiştir. Türk Hava Kurumu'nun bunu kitap hâline getirmesi sözde soykırım iddialarını savunan devletlere de ibret olacak bir harekettir. Bunda emeği geçenleri takdir ediyorum ve kendilerini destekliyorum" diye konuştu.
http://www.citircafe.com/tr/ermeni-meselesi/ermeni-itiraflari-t223.0.html

Bazı Ermeniler Alevi kimliğini kullanıyor / Halaçoğlu aklandı

Yahudi Alevilerden sonra Ermeni Aleviler ortaya cikti! Halacoglu olurse 2. kisi aciklayacak!

http://www.youtube.com/watch?v=kbyLZ0elmTA

Halaçoğlu'nun olay açıklamaları aklandı

'Kürt-Aleviler aslında Ermeni dönmeleridir. PKK'nın içindekilerin birçoğu da bunlardan' çıkışıyla hakkında dava açılan Halaçoğlu için karar verildi.

18.07.2007 tarihinde Avşar Elleri Sempozyumuna katılarak Kayseri İl Kültür Müdürlüğünde yapmış olduğu konuşmasında"...... araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında Türkmen asıllı olduğunu, Kürt Alevi olarak bilinen vatandaşların ise Ermeni kökenli olduğunu gördük, ülkeyi bölmeye çalışan TİKKO ve PKK terör örgütlerinin içinde yer alan insanların birçoğu Ermeni dönmesi Kürtlerden oluşuyor, TİKKO ve PKK hareketi bizim bildiğimiz Kürt hareketi değildir..." şeklinde sözler sarf eden Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu hakkında 13 kurum ve vatandaştan gelen 'Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik ve Aşağılama, Hakaret, Görevi Kötüye Kullanma' gibi suç duyurularını inceleyen Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığı herhangi kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.İşte suç duyurusunda bulunan kurumlar ve vatandaşlarla beraber karar:

T.C.KAYSERİCUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
Soruşturma No : 2007/22683
Karar No : 2007/14419

KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA DAİR KARAR

DAVACI :K.H. MÜŞTEKİ :1- KENAN AKPINAR, oğlu'den olma, doğumlu, Cumhuriyet Mah. Sultan Hamam Cad. Turan İş Merkezi Kat: 5 Merkez/KAYSERİ ikamet eder.2- ABBAS TAN, ZEKİ Oğlu FAHRİYE'den olma, 10/05/1952 DOĞUMLU, Erciyes Evler Mh. 30 Ağustos Bul. Huzur Sit. A/9 Kocasinan/KAYSERİ ikamet eder3- ALİ ALTI, AZİZ oğlu İPEK'den olma, 01/06/1977 doğumlu, 5. Etap Blokları Sakarya Ap. Kat:9 No:33 Anayurt Talas/KAYSERİ ikamet eder.4-İSMAİL ASLAN, HIDIR Oğlu GÜLÜZAR'den olma, 20/10/1959 doğumlu, Tudef Tunceli Dernekleri Federasyonu İstiklal Cad İmam Adnan Sok No 6/4 Beyoğlu/İSTANBUL ikamet eder.5-HALDUN ÖZKAN, Oğlu'den olma, doğumlu,Eğitim-Sen İstanbul 8 Nolu Şube Başkanı İSTANBUL ikamet eder.VEKİLİ : Av. METİN İRİZ Millet Caddesi, No: 11 İnan İş Hanı, Kat: 6/613 Aksaray/İstanbul 6- EMİN EKİNCİ, Oğlu'den olma, doğumlu, Eğitim-Sen İstanbul 7 Nolu Şube Başkanı Merkez/KAYSERİ ikamet eder.VEKİLİ : Av. METİN İRİZ Millet Caddesi, No: 11 İnan İş Hanı, Kat: 6/613 Aksaray/İstanbul7- HACI BEKTAŞ VELİ KÜLTÜR VE TANITMA DERNEKLERİ GENEL MERKEZİ,'den olma, doğumlu, Sokullu Mehmet Paşa Caddesi İğdeSokak No: 24 Dikmen ANKARA ikamet eder.8- ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU,'den olma, doğumlu, Sokullu Mehmet Paşa Cad İğde Sok No: 24 Dikmen ANKARA ikamet eder.9-MAHMUT YAMAÇ,Oğlu'den olma, doğumlu, Petrol Mah. 40 Affet Evleri J Blok Kat: 1 No: 2 Merkez/ADIYAMAN ikamet eder.10-İBRAHİM AVCI, Oğlu'den olma, doğumlu, TORENSTRAAT 21 6711 AN EDE HOLLANDA ikamet eder.11-MEHMET NURİ ÖZEN, MEHMET Oğlu'den olma, 1976 doğumlu, Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünde hükümlü BOLU ikamet eder.12-HACI BEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI GENEL MERKEZİ, 'den olma, doğumlu, Sokullu Mehmet Paşa Caddesi İğde Sok No: 24 Dikmen ANKARA ikamet eder.13- BARIŞ YILDIRIM, CAFER Oğlu, HANIM'dan olma, 10.07.1980 doğumlu, Tunceli ili, Merkez İlçesi, Sarıtaş Köyü, 29 cilt, 43 aile sıra no nüfusuna kayıtlı, Moğultay Mahallesi, İnönü Caddesi, Arslan Center Kat:1 Tunceli adresinde ikamet eder.
ŞÜPHELİ : YUSUF HALAÇOĞLU, Oğlu'den olma, doğumlu, ili, ilçesi, köy/mahallesi, cilt, aile sıra no, sıra no'da nüfusa kakyıtlı Türk Tarih Kurumu Başkanlığı ANKARA ikamet eder.
SUÇ : Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik ve Aşağılama, Hakaret, Görevi Kötüye Kullanma
SUÇ TARİHİ : 18/07/2007SORUŞTURMA EVRAKI İNCELENDİ:Yukarıda kimlikleri yazılı müştekiler ile ünvanları yazılı dernekler, yazılı dilekçelerle veya bizzat başvuruda bulunarak halen Türk Tarih Kurumu Başkanı olarak görev yapan şüpheli Yusuf Halaçoğlu'dan şikayetçi olmuşlar ve şüphelinin aynı eylemini kastederek birbirlerine benzer mahiyetteki şikayetlerinde özetle; şüphelinin Kayseri ilinde düzenlenen Dadaloğlu şenlikleri sırasında 18.07.2007 tarihinde Avşar Elleri Sempozyumuna katılarak Kayseri İl Kültür Müdürlüğünde yapmış olduğu konuşmasında "......araştırmalarımızda Kürt diye bildiğimiz insanların aslında Türkmen asıllı olduğunu, Kürt Alevi olarak bilinen vatandaşların ise Ermeni kökenli olduğunu gördük, ülkeyi bölmeye çalışan TİKKO ve PKK terör örgütlerinin içinde yer alan insanların birçoğu Ermeni dönmesi Kürtlerden oluşuyor, TİKKO ve PKK hareketi bizim bildiğimiz Kürt hareketi değildir..." şeklinde sözler sarf ettiğini, Ermenilikten Alevi-Kürtlüğe dönenlerin birçoğunun samimi olmayıp kilise kurma çabasında olduğunu, ellerinde Ermeni dönmesi olanların listesinin bulunduğunu, 1936-37'de devletin bu dönmeleri ev ev tesbit ettiğini, kendi elinde de liste olmakla birlikte açıklayamayacağını, Ermeni dönmelerin 1920'deki sayısının 90-100 bin civarında olup bugünkü sayılarını söyleyemeyeceğini beyan ederek Alevi yurttaşlar bakımından "hakaret" suçunu işlediği gibi toplumun bu kesimini terörist olarak nitelendirilip hedef gösterdiğini, bu haliyle de eylemin "ırk ve mezhep ayrımcılığı yaparak halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek" suçunu oluşturduğunu iddia edip şüphelinin cezalandırılmasını talep etmişlerdir.İddialara konu eylemin görev sırasında ve görevden dolayı işlenmeyip gorevinin gerektirdiği zaruret olmaksızın Kayseri ilinde düzenlenmiş olan bir sempozyuma katılarak yapmış olduğu konuşma sırasında gerçekleşmiş olması ve isnat olunan suçun niteliği karşısında eylemin 4483 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceği kanaatine varılarak resen soruşturma yapılması uygun görülmüştür.Mevcut iddialar nedeniyle Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığı gibi müştekiler tarafından değişik yer Cumhuriyet Başsavcılıklarına yapılan başvurular nedeniyle başlatılan soruşturma sonucu suç yerinin Kayseri ili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik karalarıyla gönderilmiş olan soruşturma evraklarının aynı eyleme ve şüpheliye ilişkin olduğu tespit edilip evraklar birleştirilmek suretiyle soruşturmaya Kayseri Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/22683 Hz sayılı evrakı üzerinden devam olunmuştur.Soruşturma sırasında şüphelinin talimat yoluyla ifadesine başvurulmuş, şüphelinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında vermiş olduğu ifadesinde, müsnet suçlamayı kabul etmediğini, konuşmasında suç unsuru olmadığını, kendisinin hakaret, ayrımcılık ve görevi kötüye kullanma gibi bir kastının bulunmadığını belirtirken yazılı olarak sunmuş olduğu savunmasında özetle; konuşmasında 12 yıllık bir çalışmayla Osmanlı arşivlerindeki 250 ye yakın Tahrir, Maliyeden Müdevver ve Kuyud-ı Kadime tasnifine ait her biri ortalama 500 sayfa olan defterlerde tespit etmiş olduğu Anadolu'da mevcut 41297 aşiretten bahsettiğini, öte yandan ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Rusya ve İran arşivlerinde sürdürdükleri 7 yıllık bir çalışma sonucunda 1921'de halen hayatta olan Ermenilere ait 1 milyon 300 bin nüfusu kaynaklarıyla ortaya koyduğunu, yine Peter Alfrod Andrews tarafından hazırlanan ve 1989 yılında Wiesbaden'de basılmış bulunan "Etnic Groups in the Republic of Turkey" adlı eserde Türkiye'de var olduğu iddia edilen 47 etnik grupla ilgili bir araştırma yapma gereği gördüğünü, Kayseri'de gerçekleştirilen "Türk Tarihinde ve Kültüründe Avşarlar Sempozyumu"'nda da bilimsel bir sempozyum olması dolayısıyla bu konulara değindiğini, ancak konuşmasının gazetelere tamamen yanlış ve çarpıtılmış olarak yansıtılıp yansıtılan biçimini temel alan bazı kesimlerin haksız eleştirilerde bulunduğunu, tamamen bilimsel bir toplantıda ve elde edilen sağlam bulguları sunmasının bilimsel çalışma özgürlüğünün gereği olduğunu ve suçlamaları kabul etmediğini beyan ettikten sonra konuşmasında belirtmiş olduğu fikirlerin dayanaklarından söz ederek ABD arşivlerinde yapılan araştırmalarda başta 1919'da ABD'nin Diyarbakır Konsolos Yardımcısı Thomas Mugeritchian tarafından hazırlanan raporda hangi Ermeni aşiretinin hangi isimle Kürt aşireti olarak isim değiştirdiğinin ayrıntılı olarak kaydedilmiş olduğunu, ayrıca yine ABD'li araştırmacı Prof. Dr. David Magie'nin de devletin görevlendirmesiyle "Osmanlı İmparatorluğu'nda Kürtler" adıyla bir araştırma yapmış olduğunu, bütün bu kitap ve yazılarda bugün ülkemizi ilgilendiren konularda ciddi tahliller yer aldığını, öte yandan Alevilik üzerine dünya çapında bir otorite olan Prof. Dr. İrene Melikokff'un "Hacı Bektaş Efsanede Gerçeğe", "uygur idik Uyardılar, Cem Yayınları, İstanbul 1994" ve "Tarihi ve Kültürel Boyutlarıyla Türkiye'de Aleviler Bektaşiler Nusayriler, İstanbul 1999" gibi kitaplarında yıllar öncesinden kendilerini Alevi-Kürt olark tanıtanlar hakkında bilgi verilmiş olup bu kitapların Türkiye'de basıldığını, yine Martin Van Bruinessen'in "Alevi-Kürtlerin Etnik kimliği Üstüne Tartışma" ve yine aynı yazarın "Kürtlük, Türklük, Alevilik Etnik ve Dinsel Kimlik Mücadeleleri" başlığı altında kaleme aldığı kitabında da Alevi-Kürtlerle ilgili tahliller yapılmış olduğunu, belirtmiş olduğu bu araştırmaların Türk ve dünya bilim alemine sunulduğunu, bunlar hakkında da bugüne kadar herhangi bir soruşturma açılmamış olduğunu, kendisinin yaptığı araştırmanın kişilerin soyu sopu ile ilgili olmadığını, kişilerin kimliklerinin kendilerini ilgilendirdiğini, nitekim konuşması incelendiğinde bölge ve kişilerle ilgili bir ifadede bulunmadığı gibi kişileri sınıflandırarak mozaik biçimine sokulmaması gerektiğini söylediğinin görüleceğini, ayrıca herkesin kendi kimliğini öğrenmek hakkına sahip olduğunu belirttiğini, öte yandan Ermeni nüfusu ile ilgili söylediklerinin de 1919-22 yılları arasını kapsadığını ve günümüze ait bir araştırma olmadığını, o döneme ait bilgileri ise genel olarak ABD arşivlerinden temin ettikleri belgelere göre vermekte olduğunu, bu araştırmaların tabii olarak Türk tarihinin birer parçası olup Türk Tarih Kurumunun ve tarih araştırmacısı olarak şahsının böyle araştırmalar yapmasının bilimin bir gereği olduğunu, ülkemizde de bilimsel araştırma ve bunu ifade özgürlüğünün bulunduğunu, özellikle bu günlerde ülkemize ve milletimize Ermeni soykırımı iddialarıyla bir suç yüklenmeye çalışıldığını, bu iddialara siyasi bir nitelikte kazandırılarak bazı parlamentoların 1915 de Türkiye'de bir soykırım yapıldığını kabul ettiklerini, bir Türk bilim adamı olarak bu konularda araştırma yapmalarının kimse tarafından yadırganmaması gerektiğini, özellikle bu konuda Ermeni diyasporası veya taraftarlarının 1915 olayları sırasında 1.500.000 Ermeninin öldürüldüğünün dolayısıyla bir soykırımın gerçekleştirildiğinin sıkça iddia edilmekte olduğunu, keza yine çoğu çevreler tarafından şayet öldürülmemişse bu nüfusun nerede olduğu yönünde sorular sorulduğunu, dolayısıyla gerçekleştirilen nüfus araştırmasının 1914'te yaşayan Osmanlı Ermenilerinin ne kadarının savaş sonrasında hayatta olduğunu tespitine yönelik bulunduğunu ve dolayısıyla günümüzü değil 1914-1923 yılları arasını kapsadığını, nitekim yapılan nüfus tespitlerinde 1914'te Osmanlı İmparatorluğunda ortalama 1.600.000 Ermeni nüfusunun bulunduğunu, 1921-22 yıllarında ise 1.300.000 ulaşan bir Ermeni nüfusunun hayatta olduğu şeklinde bir sonuca ulaşıldığını, bu durumda 1. Dünya Savaşı ve sonrasında tüm Ermeni kayıplarının 300.000 civarında olup bunların akıbetlerinin de tespit edildiğini ve bütün bu çalışmaların arşiv belgeleriyle ortaya konulduğunu, konuşmasında yer alan "araştırmalarımızda şunu gördüm ki pek çok Kürt dediğimiz insanlar Türkmen asıllı.....hatta hatta şöyle söyleyeyim Kürt-Alevi olarak bilinen birçok insan da maalesef Ermeni dönmeleri..." şeklinde kullandığı ifadeyle sadece Anadolu'da yaşayan ve Kürt asıllı olduklarını söyleyen vatandaşlarımızla nasıl iç içe bir kaynaşma olduğunu vurguladığını, öte yandan bu cümleyle Ermenilere ne olduğu gerçeğini ortaya koymaya çalışıp bir genelleme yapmadığını, bu sözlerinde ne Ermeni olmaya ne de Alevi ve Kürt olmaya karşı bir hakaretinin söz konusu olmadığını, kaldı ki yukarıda belirttiği söz konusu araştırmacıların kitaplarında da bu konunun işlendiğini, yani konunun bilinmeyen bir şey olmadığını, kullandığı cümlelerin gazeteler tarafından "bütün Kürtler Türk'tür, bütün Alevi-Kürtler Ermenidir" şeklinde yansıtıldığını, kendisine ait olmayan bu cümleyi kabul etmesinin mümküm olmadığını, bunun tamamen kasıtlı bir hareket olduğunu, daha sonradan bazı gazetelerce konuşmasının aslı deşifre edilip metinleri yayınlandığı halde hakarete varan saldırıların devam ettiğini, bunlara karşı hukuki hakkının muhafaza ettiğini, konuşmasının tümü okunduğunda ayırmak yerine birleştirmeye yönelik bir anlamın bulunduğunun görüleceğini, cümledeki "maalesef" kelimesinin ise verilen bilginin kamu oyumuzca bilinmeyen bir konu olması sebebiyle kullanıldığını, bu sözlerden kimseye hakaret anlamı çıkmasının mümkün olmayıp kimseyi aşağılamanın da söz konusu olmadığını, bu nedenle tüm suçlamaları reddettiğini savunduğu ve savunmasının ekinde iddialarına dayanak olarak "Ethnic Group in the Republic of Turkey" adındaki eserin içindekiler bölümünün fotokopisini sunduğu görülmüştür.Müştekilerin şikayetlerinde ve şikayet dilekçelerinin ekinde sunulan gazetelerde, şüphelinin sarf ettiği iddia olunan sözler arasında kısmi farkılıkların bulunduğu görülmüş, şüphelinin belirtilen sempozyum sırasında yapmış olduğu konuşmanın emniyet görevlilerince CD'ye alındıktan sonra çözümünün yapılması sonucu düzenlenen CD Çözüm Tutanağına itibar edilmesinin doğru olacağı düşünülerek anılan çözüm tutanağı incelenmiş, eylemin suç teşkil edip etmeyeceğinin ya da şüphelinin suç kastıyla davranıp davranmadığının belirlenmesi bakımından konuşmanın bütünlüğünün dikkate alınması zarureti karşısında tamamının açıklanması uygun görülen çözüm tutanağına göre şüphelinin konuşmasında "...... Osmanlı İmparatorluğunun varisidir ve onun....(Anlaşılmadı) devamıdır. Dolayısıyla bir imparatorluğun çöküşü ile birlikte bütün imparatorluk topraklarında içe doğru yani ana topraklara doğru bir göç olur ve bu göç bugün Türk demografisini Türk nüfusu yapısını ortaya çıkarmaktadır. Mesela Balkanlardan ve Kafkasya'dan Anadolu'ya göç edenlerin yaklaşık sayısı yüzde kırktır Türk nüfusunun. Bugün Türkiye Cumhuriyetindeki nüfusun yüzde kırka yakını Balkanlardan ve Kafkasya bölgesinden Anadolu'ya olan göçlerden meydana gelmektedir. Şimdi bir şeyi çok iyi değerlendirmemiz ve bilmemiz gerekir. Böylesine bir yapı ve imparatorluk bakiyesi olmamız tabi ki pek çok farklı milleti, milletten olan insanı da bünyemizde barındırıyor olmamız anlamına gelir. Burada siyasetçilerin özellikle dikkat etmesi gereken bir konu vardır ki, bu da böyle bir yapıyı böyle bir nüfus grubunun mozaik olarak nitelendirilmemeleri gerekir. Çünkü o insanlar o bölgelerden çekilirken zaten çok büyük bir bölümü Türk'tür, Türk asıllıdır. Ama müslümanlığı kabul etmiş ve kendini Türk olarak hisseden insanlar Anadolu'ya geri dönmüştür. Dolayısıyla bunları ayırt etmek ve bunları bir mozaik şeklinde nitelendirme aslında farkına varmadan ülke içerisinde birtakım gruplaşmalara da yol açma anlamına gelir. Dolayısıyla bu konularda siyasetçilerin özellikle çok dikkat etmeleri gerekir. Nitekim biz zaman içerisinde geçmiş dönemlerde Türkiye'de özellikle Almanya'da yapılan bir araştırmada kırk yedi etnik gurup olduğu iddia ediliyordu. Son zamanlarda da geçmişteki bazı Başbakanlar da dahil olmak üzere yirmi sekiz, yirmi yedi etnik gurup olduğu iddia ediliyor. Bir defa böyle bir iddia söz konusu değil. Hangi araştırmaya dayanıyorsunuz ve ne yapıyorsunuz, neye göre konuşuyorsunuz. Yani siyasetçiler de konuşlarken adımlarını çok dikkatli atmak zorundadır. Hele hele ülkeyi yöneten insanlar. Şimdi ben burada demin arkadaşımızın Atilla beyin söylediği bir şey vardı. Siz Avşarcılık mı yapıyorsunuz. Etnik bir çatışmaya meydan verecek bir araştırma içerisindemisiniz veya tavır içerisinde misiniz deniyor dedi. Evet bazı kesimlerde böyle bir sözler söz konusu ediliyor. Benim şu anda size biraz sonra sunacağım. Anadolu'daki Türk aşiretleri ile daha doğrusu tüm aşiretlerle ilgili çalışmamda da aynı sorularla muhatap oldum. Siz ülkeyi bölmez misiniz bu çalışmalarla dediler. Şimdi insanların kimliğine sahip olması veya kimliklerini öğrenmeleri kadar güzeli bir şey yoktur. Kim olduğunu bileceksiniz. Bugün mesela Türkiye'de bir Kürt sorunu vardır deniyor. Kürtlerle ilgili bir takım şeylerden sözler sarf ediliyor. Araştırmalarımızda şunu gördüm ki, pek çok bugün Kürt dediğimiz insanlar aslında Türkmen asıllı. Yapısal olarak söylüyorum. Ama bununla beraber bir şey daha ifade ediyorum. Bu bunlar fantezi değil söyleyeceğim şey. Bugün Kürt olarak bilinen hatta hatta şöyle söyleyeyim. Kürt-Alevi olarak bilinen bir çok insan da maalesef Alevi dön şey, Ermeni dönmeleri ve TİKKO'nun içerisinde yer alan, PKK'nın içerisinde yer alan insanlarda bir çoğu bunlardan. Yani bizim zannettiğimiz gibi bir Kürt hareketi değil PKK veya TİKKO hareketi. Bütün bunları yabancı arşiv belgeleriyle, o tarihlerde yapılmış bir takım araştırmalarla söylüyorum. Şimdi dolayısıyla Avşarları araştırmakla Avşarların kim olduğunu ortaya koymak bana göre herhangi bir ayırım veyahut da bölücülük olarak görülmemelidir. Tam tersine Türk Milletinin kendi özüne dönüşünü, kendisini tanımasını sağlayacak önemli bir araştırma çalışmasıdır. Biliyorsunuz Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Mustafa Kemal Atatürk şöyle diyor. Kültürünü kaybeden milletler başka milletlere....(Anlaşılmadı) olur, avı olur. Şimdi biz Türk Milleti gerçekten şöyle bir bakın etrafımıza ilk aile yapımız ki bizim bana göre dünyanın en medeni aile yapısıdır, Türk aile yapısı. Bundan ne kadar büyük bir yozlaşma olduğunu görebilirsiniz. Ben şahsen rahmetli oldu babam. Babamın karşısında hiçbir zaman ayaklarımı uzatarak veyahut da ayak ayak üstüne atarak oturduğumu hatırlamam. Herhangi bir şekilde yüksek sesle konuştuğumu hatırlamam. Ama günümüzde bakın aile yapımızda nasıl büyük değişiklikler meydana geldi. Ama bütün Anadolu içerisinde ilginçtir ki bazı kesimler haricinde çok büyük kültür yozlaşması var. Gençlerimiz geçmişi unutuyor, radyo istasyonlarına bakın radyo istasyonlarında neredeyse Türk Sanat Musikisi hiç kalmadı ve Türk Halk Musikisi nerdeyse bu radyolarda çalınmaz hale geldi. Ötesine bakın, tabelalara bakın, ne kadarı Türkçe, ne kadarı yabancı dilde. Bütün bunlar aslında kültürümüzdeki yozlaşmayı çok açık ve net bir şekide ortaya koyuyor. Kendimize dönmemiz lazım, bir şeyleri ortaya koymamız lazım. Geçenlerde Bitlis'ten bir arkadaş geldi bana. Bize hocam biz Kürdüz, Hasaniler derler, aşiretimi görmek öğrenmek istiyorum dedi bana. Biraz sonra bilgisayardan size resmen göstereceğim. Hasaniler yazdım sadece ve düğmeye tekrar tıkladığımda, karşıma eski il yani Konya Karamana da bağlıdır. Eski ilden Döğer boyundan çıktılar. Şimdi kendisine de verdim. Ama buna benzer o kadar çok insan çıkıyor ki. Şimdi bu ne demektir. Aslında Türkiye'nin tam tersine birliğini bozmak değil, birlik ve beraberliğini sağlamaya yönelik bir çalışma olarak nitelendirebilirsiniz bunu. Evet Avşarlar sempozyumu inşallah çok başarılı geçecek ki bu başlangıç olacak. Dulkadirli Türkmenleri, Bozulus Türkmenleri demiştir. Bunların hepsinin içerisinde farklı Türk boyları vardır. İşte bu boyların ilk böylesine büyük parçalanmaya başladığı dönem on beşinci, on altıncı yüzyıldır. On beşten başlamıştır ama on altıncı yüzyıldır. Bu sebepten o defterlerden yaptığımız araştırmalarda belli ölçüde cemaatlerin hangi boya mensup oldukları ortaya çıkarılabilmektedir. Böylece her bir cemaatin veya bugün...(Anlaşılamadı) olarak ailelerin veya aşiretlerin veya köylerin adlarından kişilerin kendilerinin hangi aşirete mensup oldukları ortaya çıkarılabilecektir. İşte böylesine bir araştırma sonrasında şu ana kadar elde ettiğim ki biraz sonra göreceksiniz pek çok daha aşiret hangi boya mensup olduğu belirlenememiştir, belirlemeye çalışıyorum onu belirlediğimde sayı daha da yükselecektir. Avşarlar bütün Anadolu'da Anadolu'da yerleşik olmayanlar olarak söylüyorum4439 aşiretin, cemaatin mensup olduğu çadır sayısı, hane veya çadır sayısı 117732'dir o tarihte. Yüz on yedi bindir. Yani en asgari olarak beşle çarpsanız her çadırda ...(Anlaşılamadı) bulunuyor deseniz ki çoğu ailelerde on kişi vardır. Biliyorsunuz hele çadır hayatında biz bile on aileyiz. Yani on kişiden meydana geliyoruz anne baba dışında şu an. Dolayısıyla böyle beş bile deseniz altı yüz bin yapıyor Avşarların o tarihteki sayısı. Yani 1500 ile 1600'lü yıllar arasındaki sayısı. Günümüze kadar getirirseniz bunu en az yani altı yedi milyon on milyon civarina getirebilirsiniz demografi hesaplamalarıyla. O tarihte bile 35904 erkek eli silah tutabilecek genç nüfusa sahip aşiret. Şimdi bunlar nerede yerleşmişler. Adana 930 cemaat aşiret var. Ayas, Perendi, Dündarlı, Kınık, Hacılar, Karaisalı....(Anlaşılamadı) Payas, Sarıçam, Yüreğir gibi bölgelerinde bugün ilçe olmuştur bunların her biri. 910 cemaat halindedir. 25746 çadırdır Adana'daki Adana bölgesine Kozan'ı dahil etmedim. Kozan çünkü o tarihte sancaktır. Sancak olduğu için bugün ilçe anlamında değildir daha müstakildir. Mesela kozan'da da bugün Adana bölgesidir. 373 cemaat vardır ve 10787 çadıra sahiptir. Yine karşı Maraş olarak adlandırılan Kadirli'de bugün ki Kadirli bölgesinde 216 Avşar bunların hepsi Avşar cemaati yalnız Türkmen değil Türkmenlerin sayısı çok daha fazla göstereceğim. 216 cemaat vardı dedik. İçel'de ki İçel dediğimiz bugün ki Mersin değildir. Silifke merkezli olmak üzere hocamın da dediği gibi Mut, Ermenek her tarafı içerisine alan Gülnar o bölgeleri alan bölgedir. Karataş, Mut, Silifke, Silindi, Kosun, Ulaş yani bugünkü Tarsus'a bağlı yerler de buraya girmektedir. 322 Avşar aşireti vardır. Tarsus'ta 124 Avşar aşireti vardır. Antakya'da 23, Maraş'ta ki en çok buradadır, 1370 Avşar aşireti vardır. 28594 çadırdır ki buraya Dulkadirli ulusu dediğimiz Dulkadirli Türkmenleri içerisinde olanlar da dahildir bunun içine. Elbistan, Belkız, Camuslubel ve işte Güvercinlik,....(Anlaşılmadı) Kurupınar, Pazarcık, Zamantı, Zeytun gibi bölgelerde Avşarlar yaşıyor. Antep'te 32, Ankara'da 91, Alanya'da 2, Aksaray'da 11, Akşehir'de 2, bunların bazıları işte Konya'ya bağlı, işte Karaman'a bağlı ama ben bugün müstakil olduğu için öyle ayrı aldım. Aydın'da 34, Adıyaman'da 8 ki 199 çadır halinde. Anamur'da 21, Beyşehir'de 7, Balıkesir'de 5, Biga'da 5, Birecik'te 15 Urfa Birecik, Bolu'da 43, Bozok'ta Yozgat bugün ki 102, Bursa'da 7, Divriği'de 5, Diyarbakır'da 66..." şeklinde beyanlarda bulunduğu tespit edilmiştir.Müştekilerin iddiaları, şüphelinin savunması, soruşturma evrakı kapsamındaki deliller ve eylemle ilişkili mevzuat değerlendirilmiş, Türkiye'nin taraf olduğu ve iç mevzuatın ayrılmaz bir parçası haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Avrupa insan Hakları Mahkemesinin kararları ve uygulamaları incelenmiş, mevcut eylemin bilirkişi incelemesini gerektirmeyip tamamen hukuki bir değrlendirmeyle sonuca ulaşılabileceği düşünülerek bilirkişi incelemesine gerek görülmemiştir.Şüphelinin eyleminin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 24, 25, 26, ve 27. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9 ve 10. maddeleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılarak bu doğrultudaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararların incelenmiş, anılan makemenin ifade özgürlüğüne bakışını gösteren karalarla birlkte özellikle Türkiye ile ilgili karalarına bakıldığında ifade özgürlüğüne ileri derecede hoşgörü ile yaklaştığı, anılan mahkemenin ifade özgürlüğünü demokratik bir toplumun temel unsurlarından birisi olarak kabul ettiği, Türkiye'de mahkemelerce verilen kararlara karşı yapılan başvurularda savunulan görüşlerin ve ortaya konulan düşüncelerin bazen "sanatsal bir ifade tarzı" (AİHM Karataş/Türkiye Kararı), bazen "akademik bir çalışma" (AHİM Başkaya-Okçuoğlu/Türkiye Kararı), bazen "bir sosyologun toplumdaki gelişmeleri ve devletin köklerinin nasıl oluştuğunu açıklamaya çalışması" (AİHM Erdoğdu/İnce Türkiye Kararı) gibi gerekçelerle suç olarak kabul edilmemesi gerektiği sonucuna varırken bazı karalarında da kamu düzeni ve ülke bütünlüğüne zarar verici ifadelerin "edebi bir eserle açığa vurulması nedeniyle etkisinin sınırlı olduğu" (AİHM Polat/Türkiye Kararı), aynı mahiyetteki konuşmaların sınırlı bir dinleyici gurubuna karşı sarf edilmesi nedeniyle yine "kamu düzeni veya ülke bütünlüğü üzerindeki etkisinin kısıtlı bulunduğu" (AİHM Gerger/Türkiye Kararı), "düşük tirajlı bir gazeted yayınlanmış olma nedeniyle olumsuz etkilerinin asgari düzeyde kaldığı" (AİHM Okçuoğlu/Türkiye Kararı) gibi gerekçelerle söylenen sözlerin, söylendiği ortam, hitap edilen kitle, sözleri sarf edenin konumu ve ortaya konulan fikirlerin kamu düzeni ve ülke bütünlüğüne etkisi gibi hususlara da dikkat edilmesi gerektiğini belirtmiş hatta Sürek4/Türkiye davasına konu olayda "Haberde Gerçek Yorum" isimli dergideki haber yorumunda Kürtlerin duygusunu uyandırmaya çalışan ve "şimdi hesaplaşma zamanıdır, asıl terörist Türkiye Cumhuriyetidir" şeklinde ifade kullanan yazarın bu sözlerini edebi bir üslup olarak değerlendirip şiddete başvuru çağırısı olarak nitelendirmediği tesbit edilmiştir.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, uygulamaya ışık tutacak nitelikte olan ve bazı yerel mahkeme kararlarında emsal alınan Handyside-İngiltere kararında, ifade özgürlüğünün sadece itibar gören, zararsız ve önemsiz haber ve fikirler bakımından değil, aykırı, kural dışı, şaşırtıcı ve endişe verici cinsten olan fikir ve düşünceler için de geçerli olup, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereğinin bu olduğu görüşünü belirtmiş, benzer şekilde kanaatini Oveschlik/Avusturya davasında da tekrarlayarak "...ifade özgürlüğünün yalnız toplumda beğenilen fikir ve düşünceler açısından değil, toplumu sarsan ve şoka uğratan fikirler açısından da geçerli olduğu...." nu belirten mahkemenin ifade özgürlüğüne karşı yapılan müdahalenin "demokratik toplumda mutlak bir gereklilik olup olmadığı" ve "orantılı" olup olmadığına özellikle dikkat ederken yerel mahkemelerce verilen cezanın aşarı yüksek olmasını bile bu özgürlüğe müdahale olarak görmüş, genel bakış açısı olarak "bir düşünce ne kadar zararlı, tehlikeli olarak görülse de yasaklama ile değil fikri doğuran gerçeklerle mücadele edilir" mantığıyla olayları değerlendirdiği, ifade özgürlüğünü demokratik bir toplumun asli temellerinden biri olarak gören mahkemenin bu özgürlüğü toplumun ilerlemesinin ve bireyin gelişmesinin temel koşullarından birini oluşturduğunu kabul ettiği tesbit edilmiş, toplumda itibar gören, zararsız, olumlu karşılanan, kimseye saldırgan gelmeyen ya da insanların kayıtsız kalabildiği fikir ve görüşlerin korunmaya ihtiyacı olmayıp fikir özgürlüğünün özellikle de başkalarının çıkarlarına zarar verme tehlikesi taşıyan ya da fiilen zarar veren, çoğunluğu ya da belirli bir topluluğu sarsıcı gelecek türden olan, ağır ve abartılı bir dille ifade edilmiş olan kanaat ve fikirleri koruduğu dikkate alındığında mahkemenin anılan karalarının isabetli olduğu sonucuna varılmıştır.Şüphelinin mevcut sözleri "ırk ayrımcılığı yaparak halkı kin ve düşmanlığa tahrik" ve "hakaret" suçlarını işlediği iddia olunduğundan mevcut iddialara göre eylemin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği düşünülmüş, sözlerin hakaret oluşturduğu yönündeki iddianın kabulünün mümkün olmadığı zira toplumun bir kesimine "Ermeni dönmesi" şeklinde hitabın muhatap kesim açısından hakaret olduğunun kabulü halinde, varılan bu sonuç tartışmaya açık olacakken, özellikle bu kez Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşı olup üniter yapı içerisinde hiçbir ayırıma tabii tutulmadan yüzyıllardır yaşadığı ülke olan Türkiye'nin sevinç, keder ve acılarına ortak olmuş olan Ermeni kökenli vatandaşlar açısından açık bir hakaret olacağı, soy olarak Ermeni kökenli olmasa da bir kimseye Ermeni kökenli ya da Ermeni'den dönme şeklinde sözleri hakaret kabul etmenin işte bu durumda tartışmasız bir hakaret olacağı, terör örgütlerine katılımın toplumun belli bir kesiminde daha yoğun olduğunu iddia etmeyi hakaret kabul etmenin de makul bir sonuç olamayacağı, zaten şüphelinin belli bir toplum kesiminin tamamını hedef almadığının belli olduğu sonucuna varılmıştır.Şüphelinin eyleminin "ırk ayrımı yapmak suretiyle halkı kin ve düşmanlığa tahrik" suçunu oluşturup oluşturmayacağı hususunu tartışırken şüphelinin uzmanlık alanı, yapmakta olduğu görevin niteliği, mevcut konuşmanın yapıldığı ortam, hitap edilen kitle, konuşmanın kamu düzeni ve ülke bütünlüğü üzerindeki etkisi, konuşmanın tamamına hakim olan fikir bütünlüğü ve ortaya konulan fikirlere müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, tarihçi olan şüphelinin "Türk Tarihinde ve Kültüründe Avşarlar Sempozyumu"nda konuşmacı olarak bulunmasının doğal ve sempozyumun amacına elverişli olduğu, Türkiye Cumhuriyetinin sürekli ifade edilen üniter yapısı, sarf edilen görüşlerin ülkenin uzun yıllardır devam eden mücadele, terörün kaynakları, terörü teşvik ve tahrik eden güçlerin toplumdaki gruplaşmaya uygun farlılıkları büyütme ve keskinleştirme gayretleri, her yönden ilişkili bulunan Avrupa Birliği ve diğer ülkelerle ilişkilerde Türkiye'ye karşı güncelliği devam ettirilen iddia ve ithamlarla birlikte değerlendirme yapıldığında şüphelinin fikirlerinin kamuyu derinden ilgilendirdiği ve bu durum karşısında şüphelinin beyanlarının kendi uzmanlık alanına ilişkin olup akademik çalışma ürünü olduğunu kabul etmek gerektiği, bu bağlamda yapmış olduğu görevin niteliği de dikkate alındığında şüphelinin halkı bilgilendirme görevini yerine getirip halkın da bilgilenme ihtiyacının karşılandığı, şüphelinin beyanlarının yalan ve kasıtlı olduğunun müştekilerce iddia edilmediği gibi karşı fikirlerin de ileri sürülmediği, esasen şüphelinin konuşmasında ileri sürdüğü görüşlerin doğruluğu kanıta başvurularak ortaya konulamayacak nitelikteki değer yargıları olmaktan öte kanıtlamaya müsait bir olgu olduğu, en azından şüphelinin iddalarının bu doğrultuda bulunduğu dikkate alındığında şüpheliye iddialarını ispata yönelik hiçbir delil sorulmadan doğrudan suçlayıp, suç kastıyla davrandığını ileri süremenin ön yargılı bir davranış olarak değerlendirilebileceği gibi iddiaların dayanaklarıyla ilgilei olarak deliller ileri süren şüphelinin mevcut iddialarını ispatlayamayacağının kabul edilmesi halinde bile kendisinin buna inanmış olması karşısında suç kastıyla davrandığını ileri sürmenin mümkün olamaycağı, şüphelinin konuşmasının tamamı incelenerek konuşma bütünlüğü dikkate alındığında toplumda ayrışmayı değil bütünleşmeyi ve birleştiriciliği savunduğu, en azından toplumu kin ve düşmanlığa teşvik ve thrik etmek düşüncesiyle davrandığını düşünen dava açmayı haklı gösterecek delillerin mevcut olmadığı, süphelinin sınırlı bir topluluğa hitap ettiği dikkate alındığında hakarete maruz kaldığı iddia olunan kitlenin büyüklüğüne rağmen kamu düzeni ve ülke bütünlüğü aleyhine dikkate değer bir etkisinin olamaycağı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin karalarında belirttiği gibi etkinin sınırlı olup müdahalenin "demokratik bir toplumda gerekli" kabul edilemeyeceği sonuç ve kanaatine varılmıştır.Açıklanan gerekçe karşısında müsnet suçlardan dolayı şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına, emanetin 2007/2383 sırasında kayıtlı bulunan bir adet CD'nin soruşturma evrakı içerisinde muhafazasına, kararın birer suretinin müştekilere ve savunmasına başvurulan şüpheliye tebliğine, şüphelinin Başbakanlık Makamına bağlı kurumda görev yapmakta olması nedeniyle kararın bir suretinin Başbakanlık Makamına gönderlmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 günlük itiraz süresi içerisinde Boğazlıya Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı'na itiracda bulunulabileceğine, CMK 172 ve devamı maddeleri gereğince itirazı kabil olmak üzere karar verildi.30.10.2007 İSMAİL DALAN 32634Cumhuriyet Başsavcı vekili(mühür ve imza)

http://sivilinisiyatif.blogspot.com/
(İster Mermi Kullansın, İster Oy Pusulası,İnsan iyi nişan almalı, kuklayı değil kuklacıyı vurmalı...)

Ermeni Alevi Olayında Bomba İddialar
Aslan Bulut/Yeniçağ
25 Ağustos 2007 14:26

"Ermeni Kürt Aleviler" tartışmasında ortalığı sarsacak yeni bilgiler. Hain Kanco'nun torunu şimdi hangi siyasi partinin lideri? Sabiha Gökçen Ermeni mi?

Hain Kanco'nun torunu, hangi siyasi partinin genel başkanı? Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nun “Bugün kendisini Kürt kabul eden bazı aşiretler, 16’ncı yüzyıl Osmanlı vergi kayıtlarında Türkmen aşireti olarak gösteriliyor” ve “1915 tehcirinde bazı Ermeniler, kendilerini Kürt Alevi olarak göstererek ülkede kaldılar” şeklinde özetlenen ve tamamen araştırmaya dayanan tespitlerine sert tepki gösterenlere dikkat etmek gerekir. Aslında her iki konu da bizim için yeni değildir. Bu sütunda da defalarca gündeme getirilmiştir. Bize de tepki gösterilmişti ama Yusuf Halaçoğlu’nun bu tespitleri, Türk Tarih Kurumu Başkanı sıfatı ile açıklaması, bazı insanları paniğe sürükledi! Önce bazı hatırlatmalarda bulunalım: * * * Almanya’da Türklerin düzenlediği bir toplantıda Prof. Dr. Hasan Köni, “Ermeni meselesi” başlıklı bir konuşma yapmış ve şöyle demişti: “Tehcir sırasında, yerinden olmamak için ‘convert’ olan yani Müslümanlığa dönen Ermeniler de var. Bunların kim olduğunu bilemiyoruz. Sayıları 300-400 bin kişi. Ayrıca dönmüş Museviler ve dönmüş Rumlar da var. Bunları maalesef Türkiye Cumhuriyeti kendi vatandaşlarını rahatsız etmemek için açıklamıyor. Belki de devletin içinde de yüksek rütbeye gelmiş, Ermeni kökenli dönmüş insanlarımız var.” Yaşar Canca ise şu hatırlatmada bulunmuştu: “Hrant Dink, bir Ermenistan gezisinde oradaki muhataplarına’ Siz 1.5 milyon kişiden bahsediyorsunuz. Oysa ayni dönemde yaklaşık 500 bin Ermeni, din değiştirip Türk olmuştu. Bunları neden dikkate almıyorsunuz?’ diye sordu. Muhatabı da ’Bu konunun gündeme gelmesi, davamıza zarar verir’ cevabını verdi. Dink, bir yazısında Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in yetim Ermenilerden olduğunu ve bu konuda elinde belgeler yazdı ve kıyamet koptu. Dink, ‘Elimde belgeler var’ diyordu. Peki bu bilgiye ulaşan Dink, başka hangi bilgi ve belgelere ulaşmıştı. Acaba kim veya kimler toplumu aldatma açısından kendini hangi kimlikle saklı tutuyordu?” * * * “Hrant’la geçen günler” başlıklı yazısında Oral Çalışlar, ilginç anılarını yazdı. “Gece Arguvan’ın Kürt köylerinden birinde, muhtarın damında sofra kurulmuştu. Zeynep Oral da yanımızda.. Arguvanlı devrimcilerle sohbet koyulaştıkça, itiraflar da başlamıştı. Hrant’ın varlığı sanki insanları itirafa zorluyordu. Anneannesinin, babaannesinin Ermeni gelin olduğunu söyleyenler sıraya dizildiler. (...) Yıllar önceydi. Trabzon yakınlarındaki bir köye gitmiştik. Yarı yıkık kiliseye ve çevresindeki eski binalara baktı. Ermenice yazıları bize tercüme etti. O binaların içinde yaşayan insanlarla konuştu. Bizi geçmiş yolculuklara çıkardı.” * * * Bunların dışında bir de Ziya Gökalp’ın “Şaki İbrahim Paşa Destanı” var! Kendi memleketi Diyarbakır’a sürgüne gönderilen Ziya Gökalp, bölgede güvenliği sağlamak için kurulmuş Hamidiye Alayları’nın başındaki Milli Aşiret Reisi Şakir İbrahim Paşa’nın adının karıştığı soygun ve baskın olayları karşısında halkı direnmeye davet etti ve eyleme yöneltti. Ziya Gökalp ve arkadaşlarının önderliğinde halk, telgrafhaneyi ele geçirerek saraya telgraflar çekti. Hükümet İbrahim Paşa ve alaylarını bölgeden uzaklaştırmak zorunda kaldı (1907). Gökalp, ilk eseri olan Şaki İbrahim destanında bu olayı anlatır. Destanda Hamidiye Alayları içinde bir yüzbaşı Hüseyin vardır ki alayın katibi ve sancaktarıdır. Aslen Mardin’e bağlı Derik ilçesinin Kasrıkanco köyündendir ve yezididir. Destanda halkı soyanların elebaşısı olarak “Hain Kanco” adıyla geçer! Bilin bakalım, Hain Kanco’nun torunu, bugün hangi siyasi partinin genel başkanıdır?
http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=129133

3 Temmuz 2009 Cuma

Kitaplar neden Alevileri bölsün?

Diyanet'in kitapları Alevileri ikiye böldü

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı, Alevi Bektaşi Klasiklerinin ilk üçünün Diyanet Vakfı tarafından yayınlandığını açıkladı.
Mehmet Görmez ANKA'ya yaptığı açıklamada, Alevi Bektaşi Klasiklerinin ilk üçünün Diyanet Vakfı tarafından yayınlandığını, 14 eserin daha yayınlanmak için çalışmalarının yürütüldüğünü kaydetti.
Kitapların bilimsel yöntemlerle hazırlandığını ve bu eserlerle kafa karışıklığının giderilmeye çalışıldığını ifade eden Görmez, "Yaptığımız çalışmalara Anadolu Alevilerinden büyük destek geliyor, ancak bazı alevi derneklerinden de eleştiri alıyoruz. Eleştirenler Aleviliğe şekil vermeye çalıştığımızı sanıyorlar. Oysa biz eserlerin orjinalini günümüz Türkçesine çevirerek yayınladık" dedi.
Alevi Bektaşi Klasikleri "Makalat", "Kitab-ı Dar", "Besmele Tefsiri" olarak 3 ciltte yayınlandı. Diyanet Tarihinde bir ilk olan kitaplar, 17 cilde tamamlanacak. Böylece Alevi Bektaşi klasikleri Diyanet Vakfı tarafından yayınlanmış olacak.

http://www.kanalkultur.com/yolalevi/index.php?option=com_frontpage&Itemid=1&limit=32&limitstart=320

Not: Bu haberin başlığı doğru değil. Çünkü Makalat gibi Alevilikle ilgili temel kitapların ister Diyanet İşleri Başkanlığı, ister 'Alevilik İslam'ın dışındadır' isterse 'Alevilik İslam'ın içindedir diyen kim ve hangi kuruluş tarafından yayınlanırsa yayınlansın makbulümüzdür. Yeter ki ilmi bir görüşle, tarihi kaynaklara uygun bir şekilde yayınlansın.
Bu yayınlara itiraz edenlerin Alevi görünümlü kişilerin, Alevilerin Aleviliği kaynak eserlerden, kaynağından öğrenmelerine karşı olduklarını anlıyoruz.
Kaynağı belirsiz yerlerden alınmış paralarla bastırılan ve hiçbir ilmi yönü olmayan, tamamen kulaktan dolma bilgilerle kaleme alınmış, Aleviliği Türk Kültürünün dışında, Ermenilere, Hristiyanlığa yakın bir inançmış gibi göstermeye çalışan ve yazarları bizce malum kitapları bastıran kuruluşlara karşı ses çıkarmayan birtakım kişiler, geç de olsa Alevi Bektaşi klasiklerini yayınlayınca neden suç oluyor? Yapılan iş doğru ise yapanları kutlamak, yanlışsa yapanları eleştirmek gerekmez mi?

Kitaplar için bkz:

http://www.diyanetyayinlari.com.tr/index.php?Page=Listele&No=2

Pir Sultan Abdal Dernekleri Başkanı Genç "Alevilik İslam Dışı mıdır" Açıklamalı!

19 Kasım 2006 02:22

Alevîler uyarıyor: AİHM'deki azınlık arayışı tarihî hata olur

Pir Sultan Abdal Dernekleri Federasyonu'nun, uzun yıllardır savunduğu 'Alevilik İslam'dan ayrı bir dindir' görüşünü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşıması Alevileri ayağa kaldırdı. Tartışmanın kaynağı din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin seçmeli olması için AİHM'de açılan davaya dayanıyor.

Başvuruyu yapan Hasan Zengin adlı vatandaşın avukatlığını üstlenen Pir Sultan Abdal Dernekleri Federasyonu Başkanı Kazım Genç, 3 Ekim 2006'daki duruşmada verdiği savunmayla gündemde. Genç, Aleviliğin İslam'dan farklı bir dünya görüşü olduğu tezini AİHM'deki duruşmada işleyince, davanın konusu farklı bir boyuta taşındı. Olayın Alevileri aşarak, Türkiye'de herkesi ilgilendiren bir noktaya kaydığını vurgulayan Alevi çevreleri, işin ciddiyetinin anlaşılamamış olmasından yakınıyor. Bunun vahim sonuçlar doğuracağına dikkat çekilirken, "Asıl maksat Lozan'daki 'azınlık' statüsünün içine Alevilerin de sokulmak istenmesidir." deniyor.

Konuyla ilgili endişeleri dile getiren Aleviyol haber sitesi, olayı 'tarihî bir hata' olarak nitelendiriyor. Cem Vakfı Avrupa Koordinatörlüğü de, davanın karara bağlanmasıyla hukukî perdeleme altında azınlık statüsüne giden yolun açılacağı görüşünde. Vakfın Avrupa Koordinatörü Alişan Hızlı, sadece gayrimüslim toplulukları azınlık olarak tanıyan Türkiye'nin, AİHM'den çıkacak kararla Alevilere azınlık statüsü vermek zorunda kalabileceğini söylüyor.
Davayı açanların da bunu hedeflediklerinin altını çizen Genç, şu uyarılarda bulunuyor: "Aleviler için azınlık statüsü arayışında olanlar, şu ana kadarki en ciddi hamlelerini yaptı. Dava, şimdiden 'Alevilik İslam dışıdır' diyen Alevi maskeli kişiler tarafından zafer olarak görülmeye başlandı. Türkiye ciddi bir girişimde bulunmazsa bu karar geçer."

Avukat Kazım Genç, 3 Ekim'de Strasbourg'da yaptığı savunmada, Aleviliğin inanç anlayışının ve ibadetlerinin Sünni İslam'ından farklı olduğunu savunmuştu. Aleviliğin felsefi öğretisinin ve beslenme kaynaklarının büyük ölçüde İslam'dan etkilense de, İslam'dan farklı bir dünya görüşü olduğunu iddia eden Genç, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın da Aleviliği bir tür 'sapkınlık' olarak gördüğünü öne sürmüştü. Genç, mahkemede 'İslamcı' kökenli olduğunu iddia ettiği AK Parti hükümetinin Aleviler üzerindeki baskıyı artırdığı tezini işledi. Cem Vakfı Avrupa Koordinatörü Alişan Hızlı, konuyu iki yıldır dile getirdiğini; ancak, konunun ciddiyetini kimseye anlatamadığını belirtti. "AİHM'de görüşülen dava daha şimdiden bazı Alevilik İslam dışıdır görüşünü savunan Alevi maskeli kişiler tarafından zafer olarak görülmeye başlandı." diyen Hızlı, Türkiye'nin ciddi bir girişimde bulunmaması halinde bu kararın çıkacağını dile getirdi. Hızlı, "Bu karar hem Türkiye'deki Alevileri, Rum ve Ermeniler gibi AB'nin kucağına bırakacak hem de Aleviler içinde büyük bölünmelere sebep olacak. Türkiye'yi seven herkesin bu karara karşı çıkması gerekir." dedi. Zaman'ın üst düzey kaynaklardan edindiği bilgiye göre, AİHM prensipte davacı Eylem Zengin'in eğitim hakkı ve din vicdan özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğine ilişkin bir karar verecek. Ancak, Strasbourg Mahkemesi'nin bu konudaki ilk içtihadı olacak kararında Alevilerin hukuki açıdan nasıl tanımlanacağına ilişkin bir görüş bildirmesi bekleniyor. AİHM 4. Daire'nin 6 Haziran'da açıkladığı kabul edilebilirlik kararında, Alevi inancının ibadetlerinin ve inançlarının Sünni İslam'ından farklı olduğu ifade edilerek, zorunlu din dersi kitaplarında Aleviliğin inkâr edildiği belirtilmişti. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu, konuyla ilgili soruları cevaplarken, şu ifadeleri kullanmıştı: "Alevilerin Müslüman olup olmadığının tartışılması Müslümanlığa hakarettir. Alevilerin hepsi Müslüman. Hiç kimse Batı'nın tuzağına gelip Aleviliği İslam dışı göstermesin."

'Alevîlik İslam dışıdır' görüşünü savundum

Pir Sultan Abdal Dernekleri Federasyonu Başkanı Kazım Genç, Zaman'a yaptığı açıklamada, Aleviliğin İslam'dan ayrı bir din olduğu görüşünü AİHM'ye taşıdığını doğruladı. Ancak 'azınlık' konusundaki iddialara katılmıyor. AİHM kaynakları ise mahkemenin karar metninde 'Alevilerin hukukî açıdan nasıl tanımlanacağına ilişkin' bir görüş bildirebileceğine dikkat çekiyor. AİHM'de görülen davanın süreci 2001 yılında Hasan Zengin isimli Alevi bir vatandaş, ilköğretim 7. sınıfta okuyan kızı Eylem Zengin'in Alevi bilgilerin yer almadığı din dersine girme zorunluluğunun kaldırılması için İstanbul Valiliği, İstanbul İdare Mahkemesi ve son olarak Danıştay'a başvurdu. Başvuruya olumsuz cevap alan Zengin, 2004 Ocak'ta AİHM'ye başvurdu. 2004 Kasım ayında başvuruyu gündeme alan AİHM, Türkiye'ye zorunlu din dersiyle ilgili sorular yöneltti. Nisan 2005'te Türkiye 20 maddelik savunma verdi. 3 Ekim 2006'da davanın duruşması yapıldı. Kararın, yazım aşamasında olduğu söyleniyor.

Emre Demir - Ahmet Özay / Strasbourg - Frankfurt18/11/2006(Hubyar.Org)

http://www.renkhaber.com/haberler/Bizim_Gundem.15/Mucadelemiz_Sulandirilamaz__/1505.html

Bilim ne diyor?

Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi
Hacı Bektaş Veli Dergisi

http://www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi.php?lang=tr

PKK'nın Alevi Stratejisi

PKK'nin Alevilere yönelik olarak uyguladığı stratejiyi görmek için tıklayınız:

PKK'nın Alevi stratejisi-1 :

http://www.kanalkultur.com/yolalevi/index.php?option=com_content&task=view&id=202&Itemid=92

PKK'nın Alevi stratejisi-2: Stratejinin anahtar kavramları :

http://www.kanalkultur.com/yolalevi/index.php?option=com_content&task=view&id=217&Itemid=92

PKK'nın Alevi stratejisi-3: Stratejinin yöneldiği hedefler

http://www.kanalkultur.com/yolalevi/index.php?option=com_content&task=view&id=367&Itemid=92

Ermenilere soykırım yapıldığını kabul etme meselesi


16 Ocak 2007 02:20

Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu'nun "Ermeni Soykırımı" hakkında kendilerilerine gönderilen bir bildiriye imza atmadığı gerekçesiyle yapılan açıklamaların ardı arkası kesilmiyor.

Milliyet Gazetesi'nin "AABF İmzalamadı" diye Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu hakkında yaptığı haberle birlikte Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu hakkında eleştiri ve yayınlar arttı. Cem Vakfı Avrupa Koordinatörü olduğu belirtilen Alişan Hızlı isimli kişinin "Bu bildiriyi imzalamamak soykırımı kabul etmektir" sözünün ardından Milliyet gazetesinde ve Cem Vakfı'na yakın olduğu öne sürülen Aleviyol isimli yayında Almanya Türk Toplumu (TGD) isimli kuruluşun genel başkan yardımcısı Şener Sargut'un eleştirileri yayınlandı.

"AABF'nin ayıp ettiğini" ilan eden Sargut, "Turgut Öker'in dediği gibi [Türkleri şahlandırmak] şeklinde birşeyin sözkonusu olmadığını" söyledi. Sargut, "Bildiriyi Çarşamba günkü Sol Parti toplantısına yetiştirmek için acele davranmaları gerektiğini" kabul ederken; bir taraftan da "AABF'nin kendilerini oyaladığını" iddia etti.

Almanya'daki en büyük Türk örgütlerinden birisi olan Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu yüzlerce Alevi Kültür Merkezi'nin biraraya gelerek kurduğu bir örgüt. AABF'ye karşı bu eleştiriler Milliyet'in "AABF İmzalamadı" şeklindeki haberi ve bildiride imzası bulunmayan ve imzası istenmeyen Cem Vakfı Avrupa Koordinatörü olduğu belirtilen Alişan Hızlı isimli kişinin "Bildiriye destek olmamak soykırımı kabul etmektir" sözlerinin ardından başladı. Milliyet gazetesinde ve Cem Vakfı'na yakın olduğu belirtilen yayınlarda bu konu oldukça geniş işleniyor bugünlerde.

Alevi Örgütünü Kınamak Cem Vakfı'na Düştü
15 Ocak 2007 19:32

İslami ve milliyetçi çevreler, Almanya'da Ermeni Soykırımı ile ilgili bir bildiri yayınladı. Bildiri Alevi Federasyonu'na da gönderildi. Fakat AABF, kendileri dışında hazırlanan bu bildiriye karışmayacağını bildirdi. Bunun üzerine Milliyet, yayınlanan bildiriye değil de, AABF'nin imzalanmamasına daha çok ilgi gösterdi. Bir de Cem Vakfı'nın Avrupa Koordinatörü'nden "soykırımı kabul ediyorlar" ifadesi aktarılınca yeni bir tartışma ortaya çıktı.

Milliyet gazetesinde yeralan habere göre; DİTİB, ATİAD ve TGD gibi Almanya'daki kuruluşlar; Ermeni soykırımına karşı çıkan milletvekiline destek vermek için bir bildiri hazırladı. Bildiri Almanya'daki diğer büyük Türk derneği olan Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu'na gönderildi ve imzalaması istendi. AABF ise "Hazırlama sürecinde yeralmadığımız bir bildiriyi imzalamayız" diyerek gönderilen bildiriyi imzalamadı.Bunun üzerine ne bildiriyi imzalaması istenen, ne de konuyla bir ilgisi olmayan ve Cem Vakfı Avrupa Koordinatörü olduğu söylenen Alişan Hızlı isimli kişi AABF'ye karşı açıklamalarda bulunmaya başladı gazetecilere. "AABF'nin destek vermemesi sözde soykırımı kabul etmek demektir." diyen Cem Vakfı Koordinatörü'ne tepki var. Almanya'daki Alevilerin örgütü ve Almanya'daki en büyük Türk kurumlarından biri olan AABF'nin Cem Vakfı tarafından hedef gösterilmeye çalışıldığını belirten Avrupa'daki Alevi ziyaretçilerimiz bu haberlere değinmediği için Türkülerin Sesi'ne tepki postaları göndermeye başladılar. Biz de bu haberi biraz geç de olsa sizlere ulaştırdık.Yurtdışında yaşayan Alevi dostlarımız, elimize ulaşan postalarında "Turgut Öker'e karşı geçmişte de Hürriyet gazetesinin çok yoğun suçlama haberleri yaptığını, "vatan haini" ilan etmeye kadar götürdüğünü ama Almanya'daki Alevilerin kendisine sahip çıktığını ve tekrar tekrar genel başkan seçtiğini" hatırlattı.
15.01.2007 19:32:43
http://www.renkhaber.com/haberler/Bizim_Gundem.15/Alevi_Orgutunu_Kinamak_Cem_Vakfi_na_Dustu/1770.html
Not: Öker, belgeyi imzalamamasındaki 'hazırlanma sürecinde bulunmama' gerekçesini bir tarafa bırakarak şuna cevap vermelidir:
Türkler Ermenilere karşı soykırım yapmış mıdır? Yapmamış mıdır? Yapmamış ise ister hazırlık sürecine katılsın, ister katılmasın "Türklerin Ermenilere Soykırım Yapmadığı"na dair bir belgeyi neden imzalamaktan kaçıyor? Kendileri böyle bir belge mi hazırlıyorlar? Yoksa Ermenilerle maddi manevi bir dostluğu mu var? Bu dostluğu biz alevilerden neden esirgiyor?

Cemevi de bizim cami de

2 Ekim 2007 00:03
Cem Vakfı Avrupa Koordinatörlüğü himayesinde, Bad Kreuznach Alevi-Bektaşi Derneğinin düzenlediği iftar yemeğinde birlik-beraberlik vurgusu yapıldı. Programa ev sahipliği yapan Avrupa Cem Vakfı Koordinatörü Alişan Hızlı, Alevilerle Sünnilerin etle tırnak gibi olduğunu ifade ederek "Ramazan da bizim Muharrem de.Cemevi de bizim cami de." şeklinde konuştu. DİTİB görevlisinin ezan ve duasıyla başlayan programa Türkiye’nin Mainz Başkonsolosu Aydan Yamancan, Cem Vakfı Avrupa Koordinatörü Alişan Hızlı, Mainz Din Hizmetleri Ataşesi Kemal Bal’ın yanı sıra, bazı sivil toplum kuruluşu yetkilileri, gazeteciler ve vatandaşlar katıldı. Mainz Başkonsolosu Aydan Yamancan, "Türkiye çok güzel bir mozaik, taşın hangisini yerinden alsanız, orası boş kalıyor, mozaiğin yapısı bozuluyor" dedi. Muharrem ayında aşure programına davet edilmesi halinde de severek katılacağını ifade eden Yamancan, "Yaratılanı sev, Yaratan`dan ötürü" anlayışının bizi bir araya getirdiğini ifade etti. Din hizmetleri Ataşesi Bal ise birlik ve beraberliğe vurgu yaptığı konuşmasında Mevlana ve Yunus Emre’den insan sevgisini öne çıkaran sözlere yer verdi.
Avrupa Cem Vakfı Koordinatörü Alişan Hızlı, iftar yemeği sonrası yaptığı konuşmada, "Alevi-Sünni, etle tırnak gibidir. Ramazan da bizim, Muharrem de bizim. Bizim birlik ve beraberlikle ilgili problemimiz yok, ülkemizdeki bölücü olayların planları dışarıda yapılıyor, içeride uygulamaya konuluyor" dedi. Almanya’daki sorunların ortak olduğunu belirten Hızlı, yurtdışındaki problemlerle ortak mücadele etmek gerektiğini vurguladı. Alevi İslam anlayışına sahip kuruluşlar için hükümetin iyi niyetli yaklaşımlarına rağmen, gereken adımların tam anlamıyla atılmadığını söyleyen Hızlı, "Ekonomik boyutta devletten daha fazla destek bekliyoruz. Nasıl ki camiler ibadet yeri olduğu için imam temin edilip, su ve elektrik masrafları karşılanıyorsa, benzer bir uygulamanın cemevleri için de yapılması gerekir. Cemevlerine gereken ilgi gösterilmeli, cemevleri camilerin alternatifi olarak görülmemeli. cemevi de, cami de bizim" dedi.Türklerin Avrupa’daki sorunlarına da değinen Hızlı, seçim hakları için hep beraber yoğun bir çaba içinde olmalıyız derken, yeni göç yasasını eleştirdi. Geçen sene Cem Vakfı olarak, paralel kuruluşlar arasında ilk defa iftar yemeği vererek, bu işe öncülük ettiklerini belirten Hızlı, "Verdiğimiz iftardan dolayı çok eleştiri aldık. Ama şimdi bu yıldan itibaren diğer Alevi dernekleri de iftar vermeye başladı" dedi. Kendisinin Alevi eşinin sünni olduğunu vurgulayan Hızlı, "Biz bu birlik ve beraberliği önce kendi içimizde sağladık, sonra yola çıktık dedi." dedi. Yaptıkları faaliyetlerin, birlik ve beraberliği istemeyenleri rahatsız ettiğini dile getiren Hızlı, "Biz bu işi Allah rızası için yapıyoruz" dedi. Aleviliği İslam’dan ayrı görenleri anlayamadığını ifade eden Hızlı, "Alevilik İslam’ın içindedir" dedi. İftar yemeklerinin bundan sonra da devam edeceğini belirten Hızlı, "Bu yıl bayram yemeği de vereceğiz" dedi. Alevi kuruluş ve dernekleri adı altında içi boş birçok kurumun olduğunu belirten Hızlı, amaçlarının Alevi-İslam derneklerinin içini Hazreti Ali, Hacı Bektaşi Veli gibi Alevilerin öncü olarak gördükleri kişilerin eserleriyle doldurmak olacağını belirtirken, kurum ve kuruluşların içlerinin doldurulacağını da ifade etti. İftar yemeği sonrası, misafir konuklar için özel olarak hazırlanmış mescitte namaz kılma imkanı sunuldu.30`un üzerinde Alevi derneğini çatısı altında toplayan Avrupa Cem Vakfı, ilk olarak Almanya’da çalışmalarını başlatırken, diğer Avrupa ülkelerindeki faaliyetlerini de son yıllarda artırdı. Alevi Federasyonları çalışmalarını başlatan Vakıf, ilk olarak işe Alevi Almanya Federasyonu kurarak başladı.
İKİNCİ İFTAR:
Cem Vakfı Avrupa Koordinatörlüğünün ikincisini düzenlediği iftar yemeği Bad Kreuznach Cemevi’nde yapıldı. Avrupa Cem Vakfı Koordinatörü Alişan Hızlı geçen yıl verdikleri iftardan dolayı çok eleştiri aldıklarını bu yıl ise diğer Alevi derneklerinin de iftar vermeye başladığını kaydetti.
Euro Zaman 1.10.2007Erdal Gençer Frankfurt

Aleviler tehlikenin farkında mı? Cöhce, Alevi mitingi istihbarat örgütlerince tertiplendi

Cöhce, Türkiye`deki birçok Alevi olaylarının dış istihbarat örgütlerince çıkartıldığını savunarak, son yapılan Alevi mitinginin de yine istihbarat örgütlerince tertiplendiğini iddia etti.
`ALEVİ MİTİNGİNİ DIŞ İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ TERTİPLEDİ` AÇIKLAMASI
- İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ BAŞKANI PROF.DR. SALİM CÖHCE:
- `ALEVİ MİTİNGİNİ DIŞ İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ TERTİPLEDİ`
- `KAHRAMANMARAŞ, ÇORUM VE SİVAS OLAYLARINI TERTİPLEYENLER, BUGÜN ALEVİLERİ SOKAĞA DÖKENLERDİR`
- `İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ ALEVİ VATANDAŞLARIMIZIN ÜZERİNDE OYUNLAR OYNUYOR`
- `TÜRKİYE`DE ALEVİ-SÜNNİ AYIRIMI YOKTUR. ALEVİLER TÜM GÖREVLERE GELEBİLİYORLAR`
- `ALEVİLERİN NEREYE GÖTÜRÜLMEK İSTENDİĞİNİ İYİ GÖRMEK LAZIM`
- `CEMEVLERİNE İZİN VERİLİRSE, TEKKE VE ZAVİYELERDE AÇILIR`
Malatya İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Salim Cöhce, Türkiye`deki birçok Alevi olaylarının dış istihbarat örgütlerince çıkartıldığını savunarak, son yapılan Alevi mitinginin de yine istihbarat örgütlerince tertiplendiğini iddia etti.
İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Salim Cöhce, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Alevi mitingi ile ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, `Bu sorun bizim Alevilerimizin sorunu değil. Bizim Alevi kardeşlerimizin meselesi değil bu mesele. Bu mesele yıllardır Alman istihbaratının tezgahladığı bir oyunun artık dışa vurulması, açıkça sahneye konulması hadisesidir. Ben böyle görüyorum. Önce Alisiz Alevilik icat edilmeye çalışıldı. Sonra Aleviliğin ayrı bir din olduğu
yönünde bir kampanya başlatıldı. Sonra Aleviliğin Hititlerden intikal ettiği, işte bir Anadolu dini olduğu yönünde görüşler ifade edildi. Tabi bunların hiç birisinin bizim tabanda, tavanda Alevi vatandaşlarımızın üzerinde pek fazla bir etkisi yok. Ancak, Aleviliği kendi gelecekleri için kullanmak isteyen zümreler, gruplar, hatta devletler ve istihbarat birimleri çalışmalarını aralıksız olarak sürdürdüler ve bugünkü bu durum ortaya çıktı` dedi.
Prof. Dr. Çöhce, açıklamasını şöyle sürdürdü:
`Kahramanmaraş olaylarını, Çorum olaylarını, Sivas olaylarını çıkaranlar bugün bu Alevileri sokağa döken, yürüten kişilerdir. Bunu iyi görmek gerekir. Sivas`taki hadise ile Sünnilerin bir alakası yok. Sivas bir provokasyondur. Eğer Sivas olaylarının aydınlatılmasını istiyorlarsa, Alevilerin Ergenekon soruşturmasının derinleştirilmesinde, devlete, hükümete destek vermeleri gerekir. Oralarda aranması lazım. Bu vatanda, bu meseleler, Gazi olayları, Çorum olayları, Tokat olayları ve Sivas olayı Sünni-Alevi
meselesi değil. İstihbarat birimlerinin veya Türkiye`yi istikrarsızlaştırmak isteyen içteki ve dıştaki grupların Alevi vatandaşlarımızın üzerinde oynadıkları oyundan ibarettir. Böyle eşit hak istemek, şunu, bunu istemek biraz garip kaçıyor. Şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetenler, aklı başındaki yöneticiler hiç bir şekilde Alevi-Sünni ayrımı yapmadılar. Alevi, Vali de olabiliyor, profesör de olabiliyor, her şey olabiliyor. O zaman daha neyin eşitliğini konuşuyoruz. Neyin eşitliğini istiyoruz.
Bunları dikkatlice irdelemek lazım. Alevi vatandaşlarımızın nereye çekilmek, nereye götürülmek istendiğini iyi bilmek lazım. Bugün İslamsız Alevi nasıl olur? Bunu iyi anlamak lazım. Şimdi yeni bir din midir? Şimdi cemevlerini istiyorsunuz, o zaman tekke ve zaviyelerinde açılması lazım. Nakşibendi Tekkesi`nin de açılması lazım. Cemevleri budur. Buna karşısınız. Öbür taraftan laikliğin sigortasıyız diyeceksiniz, beri taraftan da cemevlerinin tanınmasını isteyeceksiniz. Camiyi red edeceksiniz, ondan sonra
Müslümanım diyeceksiniz. Bunlar nasıl açıklanıyor, bilemiyorum. Bunların artık oturulup açıkça konuşulması lazım. Art niyetten uzak, herkes içindeki, cebindeki, eteğindekini dökmesi lazım. Bu meselenin artık bir Alevi-Sünni meselesi olmadığını, şimdiye kadar Aleviler üzerinde oynanan oyunlarda Sünnilerin her hangi bir rolünün olmadığının bilinmesi gerekir.`
Cöhce, `Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içerisinde Alevisi, Sünni`si, Kürdü, Türkü, Çerkezi hepsi, yani bütün vatandaşlarımız belirli bir hedefin konumundalar. Bu hedef, bu tehdit, bütün bu varlığı ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Türkiye`ye hakim olmayı amaçlıyor. İçerde de bizi bir birimize kırdırarak, kendi işini kolaylaştırmak istiyor. Bu oyuna gelmemek lazım. Özellikle aydınların bu tür oyunlara çanak tutmaması lazım` diye konuştu.

http://www.tumgazeteler.com/?a=4355520


BURHAN KARADUMAN
MALATYA - Malatya İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Salim Cöhce, Türkiye'deki birçok Alevi olaylarının dış istihbarat örgütlerince çıkartıldığını savunarak, son yapılan Alevi mitinginin de yine istihbarat örgütlerince tertiplendiğini iddia etti.
İnönü Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Salim Cöhce, geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen Alevi mitingi ile ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, "Bu sorun bizim Alevilerimizin sorunu değil. Bizim Alevi kardeşlerimizin meselesi değil bu mesele. Bu mesele yıllardır Alman istihbaratının tezgahladığı bir oyunun artık dışa vurulması, açıkça sahneye konulması hadisesidir. Ben böyle görüyorum. Önce Alisiz Alevilik icat edilmeye çalışıldı. Sonra Aleviliğin ayrı bir din olduğu
yönünde bir kampanya başlatıldı. Sonra Aleviliğin Hititlerden intikal ettiği, işte bir Anadolu dini olduğu yönünde görüşler ifade edildi. Tabi bunların hiç birisinin bizim tabanda, tavanda Alevi vatandaşlarımızın üzerinde pek fazla bir etkisi yok. Ancak, Aleviliği kendi gelecekleri için kullanmak isteyen zümreler, gruplar, hatta devletler ve istihbarat birimleri çalışmalarını aralıksız olarak sürdürdüler ve bugünkü bu durum ortaya çıktı" dedi.
Prof. Dr. Çöhce, açıklamasını şöyle sürdürdü:
"Kahramanmaraş olaylarını, Çorum olaylarını, Sivas olaylarını çıkaranlar bugün bu Alevileri sokağa döken, yürüten kişilerdir. Bunu iyi görmek gerekir. Sivas'taki hadise ile Sünnilerin bir alakası yok. Sivas bir provokasyondur. Eğer Sivas olaylarının aydınlatılmasını istiyorlarsa, Alevilerin Ergenekon soruşturmasının derinleştirilmesinde, devlete, hükümete destek vermeleri gerekir. Oralarda aranması lazım. Bu vatanda, bu meseleler, Gazi olayları, Çorum olayları, Tokat olayları ve Sivas olayı Sünni-Alevi meselesi değil. İstihbarat birimlerinin veya Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak isteyen içteki ve dıştaki grupların Alevi vatandaşlarımızın üzerinde oynadıkları oyundan ibarettir. Böyle eşit hak istemek, şunu, bunu istemek biraz garip kaçıyor. Şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetenler, aklı başındaki yöneticiler hiç bir şekilde Alevi-Sünni ayrımı yapmadılar. Alevi, Vali de olabiliyor, profesör de olabiliyor, her şey olabiliyor. O zaman daha neyin eşitliğini konuşuyoruz. Neyin eşitliğini istiyoruz.
Bunları dikkatlice irdelemek lazım. Alevi vatandaşlarımızın nereye çekilmek, nereye götürülmek istendiğini iyi bilmek lazım. Bugün İslamsız Alevi nasıl olur? Bunu iyi anlamak lazım. Şimdi yeni bir din midir? Şimdi cemevlerini istiyorsunuz, o zaman tekke ve zaviyelerinde açılması lazım. Nakşibendi Tekkesi'nin de açılması lazım. Cemevleri budur. Buna karşısınız. Öbür taraftan laikliğin sigortasıyız diyeceksiniz, beri taraftan da cemevlerinin tanınmasını isteyeceksiniz. Camiyi red edeceksiniz, ondan sonra Müslümanım diyeceksiniz. Bunlar nasıl açıklanıyor, bilemiyorum. Bunların artık oturulup açıkça konuşulması lazım. Art niyetten uzak, herkes içindeki, cebindeki, eteğindekini dökmesi lazım. Bu meselenin artık bir Alevi-Sünni meselesi olmadığını, şimdiye kadar Aleviler üzerinde oynanan oyunlarda Sünnilerin her hangi bir rolünün olmadığının bilinmesi gerekir."
Cöhce, "Bugün Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içerisinde Alevisi, Sünni'si, Kürdü, Türkü, Çerkezi hepsi, yani bütün vatandaşlarımız belirli bir hedefin konumundalar. Bu hedef, bu tehdit, bütün bu varlığı ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Türkiye'ye hakim olmayı amaçlıyor. İçerde de bizi bir birimize kırdırarak, kendi işini kolaylaştırmak istiyor. Bu oyuna gelmemek lazım. Özellikle aydınların bu tür oyunlara çanak tutmaması lazım" diye konuştu.







Çok İlginç bir yazı ile karşılaştım paylaşmak istedim şöyle ki ;Malatya’da geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen cinayetlerin misyonerlik faaliyetlerine yönelik bir tepki olarak düşünülmemesi gerektiğini söylüyor İnönü Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Salim Cöhce. Ona göre bu cinayetlerle bir Alevi-Sünni çatışması hedefleniyor. Cöhce, bu değerlendirmeyi yaparken bir başka iddiayı da dile getiriyor. Buna göre, Malatya’ya göç yoluyla gelen bir kısım Aleviler, Hıristiyan misyonerlerle birlikte çalışıyor. Hatta Hıristiyanlığı seçiyorlar. Bugün Alman istihbaratı ile Amerikan istihbaratı Türkiye üzerinde çatışıyor. ABD kaba bir şekilde hareket ederken, Almanlar ise toplumdaki çatlakların nerelerde olduğunu araştırıyor. “Türk-Alman ilişkilerinde din bir tabu mudur?” gibi konular üzerine çalışıyorlar meselâ. Meselenin bir de Alevilik boyutu var. Avrupa’da yaşayan Alevilerin değişimine iyi bakmak lazım. Malatya’daki olayı doğru anlamak için bu şart çünkü.Aleviler Osmanlı’da tamamen İslam hukuku içerisinde düşünülürdü. Şialar hariç. Hanefi fıkhına göre muamele görür ve onun içinde bir fraksiyon olarak ele alınırdı. Yavuz Sultan Selim’in 40 bin Alevi’yi kestiği tam bir palavradır. Yavuz kesti; ama aynı zamanda kendi dedesini de, Karamanları da kesti. Bu bir siyasî durumdu. Şah İsmail, Türkmenleri Aleviler üzerinden kışkırtmıştır. Yavuz da buna cevap vermiştir. Osmanlı ordusunda Yeniçeriler Bektaşi’ydi. Yavuz’un ordusundaki Alevi sayısı Şah İsmail’in ordusundakilerden daha fazlaydı. Yeniçeri Ocağı’nın kapatılmasıyla Aleviler için yeni bir dönem başladı. Aleviler ve Bektaşiler bu dönemde karalandı. Ancak Aleviler, ocak geleneğini Cumhuriyet dönemine kadar sürdürdüler.Atatürk’ün bir süre yanına aldığı Diyap Ağa, Alevi ve Kürt’tür. Aynı zamanda Bektaşi Şeyhi de Atatürk’ün yanında bulunuyor. Sonra Atatürk bunlardan vazgeçiyor. Atatürk’ün kafasında ümmetten millet çıkarma fikri vardı. Bunun için dinî farklılıkları ortadan kaldırma niyetindeydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda din öğesi önemlidir. Cumhuriyet dine göre belirlenmiştir çünkü. Lozan’da bu belirleme vardır. İnönü ile birlikte Aleviler mevcut durumlarını kaybettiler.Demokrat Parti (DP) Alevileri destekledi. İnönü, Alevileri kaptırmamak amacıyla DP için, “Bunlar Nurcu.” demeye başladı. DP, sırf bunun için Said Nursi’yi sıkı takibe aldı. Cezaevlerinden çıkarttırmadı. CHP fırsattan istifade Aleviler üzerinde tekrar çalışmaya başladı. Amaç sosyalizm ile Alevilere nüfuz etmekti. Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı bu projenin bir parçasıydı. 1960’tan sonraki dönemde Aleviler etkin hale geldi. 27 Mayıs darbesiyle devlette hâkim olmaya başladılar. Bu dönemde sol ile birlikte hareket eden Aleviler, 1970’lerde CHP içinde yer aldı. Alevilerin kullanılmasını hazmedemeyenler Mustafa Timisi başkanlığında Türkiye Birlik Partisi’ni kurdular; ama başarılı olamadılar. Parti, Timisi’nin gettosu haline geldi. Ali Haydar Veziroğlu’nun çalışması da öyle. Daha sonra DHKP-C gibi örgütlerde Aleviler militarist hale getirildiKomünizm çökünce Aleviler birdenbire en büyük dayanak noktalarını kaybetti. Diyanet çalışmalar yaptı bu sırada. Tunceli’de cami inşa edildi. Buraya hocalar gönderildi. Proje başarılı oldu; ama devam ettirilmedi. Neticede, Aleviler yine devlete ısındırılamadı. Buna karşın Almanya’daki Aleviler sıkı örgütlendi ve duruma el koymaya başladı. Önce dedesiz Alevilik dediler, şimdi de Ali’siz Alevilik diyorlar. Meseleyi Hititlerdeki 12 ışığa kadar götürüyorlar. Maksat Alevileri geleneksel köklerinden koparmak. Bu nedenle dedeler dışlandı, cahil olmakla suçlandı. Haliyle meydan, Alevileri yeniden formatlamak isteyenlere kaldı. Sünni İslam’ın dışından bir Alevilik tezi ortaya atıldı. Bu da içi boş bir Aleviliği doğurdu. Ateist olan Alevilerin yanı sıra Hıristiyanlaşan Alevi gruplar çıktı ortaya. Almanya’da 15 bin Alevi Hıristiyan oldu.Alevilerin bir kısmı neden Hıristiyanlığı seçiyor?Dünya Kiliseler Birliği, Aleviler üzerinden misyonerlik faaliyetlerine başladı. Bu noktada Almanya’ya dikkat çekmek istiyorum. ABD ile enerji kaynakları konusunda bir mücadeleye giren Almanya, Protestan Hıristiyanları kullanarak Türkiye üzerinde nüfuz sağlamaya çalışıyor. Mesela, Doğu’daki 18 üniversiteyi kendisine göre tasnif ediyor. Kürtler, Aleviler ve karma modelleri devreye sokuyorMalatya, bir geçiş noktası, yani bir eşiktir. Burada güçlü olan batı ile doğuyu iyi bir şekilde birleştirmiş olur. Bu yüzden bu şehir toplumsal olaylar çıkarmak için müsait hale getirilmek isteniyor. Sivas motifleri burada belirginleştiriliyor. Bir kışkırtma var. Zaten Sivas olayları önce Malatya’da planlanmıştı. Ancak tutmadı. Saffet Arıkan Bedük zamanında müdahale ettiği için provokasyon burada tezgâhlanamadı.Bu tür olayları tezgâhlayan birtakım güç odakları var. Bunlar 28 Şubat’ta daha da güçlenerek faaliyetlerine devam ediyor. Oluşan ittifak, yeri geldiğinde dinci, yeri geldiğinde ulusalcı olarak karşımıza çıkıyor. Son olaylarda Kripto Hıristiyanlar ve Ermeniler zırh kazandı bana göre.




ALEVİLER HIRİSTİYANLAŞMAYI HAZMEDEMİYOR




Alevi-Sünni gerginliği çıkarmak için Malatya’da zemin müsait mi Malatya’da işlenen cinayetler, Alevi-Sünni gerginliği oluşturmak için bir nabız yoklamasıydı. Çünkü misyonerler bir kısım Aleviler içinde hareket ediyor, onları taban olarak kullanıyor. İki toplumu karşı karşıya getirip buradan nemalanmak isteyenler var. Ama zemin, henüz bir çatışma oluşturmaya hazır değil. Fakat bu olmayacak anlamına da gelmiyor. Zira ortada ciddi bir potansiyel varAleviler şu anda suskun. Moral anlamında bir çöküntü içindeler. Kendi aralarında tartışıyorlar. Hıristiyanlaşmayı hazmedemiyorlar. Bir ayrışma oluşmaya başladı son zamanlarda. Eskiden olduğu gibi gelip Sünnilerle konuşmuyorlar. Malatya’da bir kısım Aleviler, Hırant Dink olayına sahip çıktı. Bunların arasında gizli Ermeniler de vardı. Biz, “Aleviler bunlarla niye işbirliği içine giriyorlar?” demeye başladık. 28 Şubat sürecinde de Alevilere dayanılmak istendi. Demirel, Hacıbektaş’ta “Siz bizim birinci vatandaşımızsınız, öz vatandaşsınız.” dedi. Bunun üzerine Alevilerin bir kısmı 28 Şubat sürecine destek verdi. Aleviler Hıristiyanlaşmaya devam eder ve Hıristiyanlar da bunların içinde kendilerine sağlam bir zemin inşa ederlerse bunun sonucu felaket olur.Malatya’da yaşayan Alevilerin Sünnilerle bir problemleri yok aslında. Ancak dışarıdan gelen radikal Aleviler, bu kardeşliği istemiyor ve misyoner gruplarıyla birlikte hareket ediyor. Bunu anlayabilmek için biraz geçmişe gitmek lazım. 1978’de Malatya Lisesi’nde öğretmen olan Alevi kökenli Kemal Abaz, birtakım kişiler tarafından elleri kolları bağlanıp, ilaçla uyuşturulduktan sonra bıçakla boğazı kesilmek isteniyor. Abaz, hastaneye kaldırılıyor ve mucizevî bir şekilde kurtarılıyor. Sonra art arda öğretmen cinayetleri işleniyor şehirde. Sağ-sol çatışması büyüyor.Malatya’da yaşayan Aleviler ve sol, kendi kabuğuna çekiliyor bu dönemde. Aynı dönemde milletvekili Hamid Fendioğlu (Hamido) öldürülüyor. Bu olaydan sonra şehirdeki Aleviler, Adana’ya gitmeye başlıyor. Tabii yanlarında sermayelerini de götürüyorlar. Ama bağlantılarını kesmiyorlar. 12 Eylül’den sonra Malatya’da sağ hâkimiyeti başlıyor. Turgut Özal ile bu hâkimiyet perçinleniyor. Bu sırada Ahmet Taner Kışlalı bir yazı yazdı, “Malatya kurtarılmalı” diye. Bu yazı CHP’nin oy kaybıyla ilgiliydi aslında. Kışlalı’nın yazısından sonra Adana’ya giden Aleviler ve Alevi sermayesi Malatya’ya geri dönmeye başladı. Eş zamanlı olarak Kripto Ermeniler de şehirde faaliyetlere başladıElbette. 1996’da sol iyice güçlendi. Mehmet Moğultay, Seyfi Oktay döneminde iyice belirgin hale geldi. 28 Şubat döneminde zirveye çıktı. Devlet dairelerindeki yapı değiştirildi. CHP, Malatya’da sıfır iken, iki vekil çıkarır hale geldi. Sonra roller yine değişti. Malatya’da sağ tekrar güçlendi. Şimdi Alevilerle Sünnileri çatıştırıp, Alevilerin yeniden şehri terk etmesi tezgâhlanıyor. Bu son olaylardan sonra Malatya’da yeni bir Alevi düzlemi oluşturulmak isteniyor?***’nın Maraş’ta Alevi-Sünni çatışmasını oluşturacak gücü var mıydı?Suriye istihbaratı ile çalıştılar. Alevilerle Sünnileri karşı karşıya getirmeyi başardılar. ***, Alevi vatandaşlarımızı kullanmasını iyi bildi. Tabii bu duruma nasıl gelindiği de önemli. Yani Suriye’nin Maraş’ta olay çıkarmak istemesi de boş sebeplere dayanmıyordu. Suriye, Hatay’da bir şeyler yapmak istiyordu. Tam bu dönmde Fahri Korutürk Hatay milletvekilleriyle bir toplantı düzenleyip durum değerlendirmesi yaptı. Başka olaylar da vardı o zaman. Suriye’deki Müslüman Kardeşler hareketlenmeye başlamıştı. Hafız Esat Hama’yı bombalayarak yerle bir etti. Bu sırada Yüzbaşı Nuri, Şam Orduevi’ni bombaladı. Çok sayıda kişi öldü. Bunun üzerine Nuri, Türkiye’ye kaçtı. Türkiye, yüzbaşıyı geri vermeyip sakladı. Yüzbaşı Nuri, Türkiye’nin Suriye ordusu içindeki adamıydı. Bu olaydan sonra Suriye, Maraş’ı *** ile birlikte tezgâhladı. Zaten idam ile yargılananların birden beraat etmesi, bu *** ayağının tespit edilmesinden kaynaklanıyor. Bunun araştırılması gerekir. Ölenlerin 54’ü Sünni’dir. Alevilerin önemli bir kısmı Sünni mahallesi olan Yavuz Sultan Mahallesinde ölü bulundu. Oysa Sünniler Alevi mahallelerini bastı deniliyor. Burada da bir yanlışlık varAleviler, çoğunlukla Paşaköşkü Mahallesi’nde yaşıyor. Bunlar Malatya’nın yerlileri. Aleviler nüfusun yaklaşık yüzde 20’sini oluşturuyor ve şehirdeki büyük sermayenin yüzde 60’ına sahipler. Dışarıdan gelen ve Salim Cöhce’nin ifadesiyle “radikal” olduğu iddia edilen Aleviler ise Malatya’nın banliyölerine yerleşmiş durumda. Çavuşoğlu Mahallesi’nde Aleviler, Sünniler ve Ermenilerle birlikte yaşıyor. Yeşiltepe, Melekbaba gibi çevre yolunun kuzeydoğu yakasındaki mahallelerde ise Kürtlerle Aleviler birlikte yaşıyorMalatya Hacı Bektaş Veli Kültür Merkezi Vakfı Genel Başkanı Hasan Meşeli, Aleviliğin İslamiyet’in bir nüvesi olduğunu savunduğu için bir kısım Aleviler tarafından eleştirilen bir isim. Sünnilerle yaptığı ortak toplantılarla iki toplum arasında ciddi bir diyalogun oluşmasını sağlayan Meşeli, “Malatya’da işlenen cinayetler aslında bir araç. Asıl hedef Alevi-Sünni çatışması oluşturmak.” diyor. Meşeli’ye göre benzer olaylar geçmişte de yaşandı: “Biz o günleri tekrar yaşamak istemiyoruz. Hıristiyan olan Aleviler var, misyonerler Alevi köylerine gidiyorlar. Bu Alevi kardeşlerimizin kendi özlerine dönmeleri için çabalıyoruz. Hıristiyanlığı Aleviler içinde yaymak istiyorlar. Alevileri kendilerine taban yapıyorlar. Biz buna karşıyız. Yarın bu sorun olur ve bizi Sünni kardeşlerimizle karşı karşıya getirir.”




Komünizm çökünce Aleviler birdenbire en büyük dayanak noktalarını kaybetti. Diyanet çalışmalar yaptı bu sırada. Tunceli’de cami inşa edildi. Buraya hocalar gönderildi. Proje başarılı oldu; ama devam ettirilmedi. Neticede, Aleviler yine devlete ısındırılamadı. Buna karşın Almanya’daki Aleviler sıkı örgütlendi ve duruma el koymaya başladı. Önce dedesiz Alevilik dediler, şimdi de Ali’siz Alevilik diyorlar. Meseleyi Hititlerdeki 12 ışığa kadar götürüyorlar. Maksat Alevileri geleneksel köklerinden koparmak. Bu nedenle dedeler dışlandı, cahil olmakla suçlandı. Haliyle meydan, Alevileri yeniden formatlamak isteyenlere kaldı. Sünni İslam’ın dışından bir Alevilik tezi ortaya atıldı. Bu da içi boş bir Aleviliği doğurdu. Ateist olan Alevilerin yanı sıra Hıristiyanlaşan Alevi gruplar çıktı ortaya. Almanya’da 15 bin Alevi Hıristiyan oldu.








----------------
Alevi Bektaşi Federasyonu`nun Ankara`da düzenlediği miting tartışmaya yol açtı. Alevilerin önemli bölümünün karşı çıktığı miting, zamanlaması ve katılımcıları açısından dikkat çekiciydi. Kürsüdekilerle meydandakiler ise farklı dilde konuşuyordu.
Alevi Bektaşi Federasyonu`nun (ABF) 9 Kasım`da düzenlediği miting aslında bir ilkti. Aleviler daha önce meydanları bu şekilde doldurmamıştı. Ancak Ankara Sıhhiye Meydanı`ndaki miting, `demokratik taleplerin` dile getirilmesinin ötesinde mesajlar içeriyordu. Aleviler toplu oy kullanmaya çağrılıyor, ülkenin şeriat tehlikesi ile karşı karşıya olduğu iddia ediliyor, laiklik endişesi dillendiriliyordu. Peki, Alevilerler neden hak talebiyle yetinmek yerine bu üslubu seçmişlerdi? Bir süre önce ulusalcıların üstlendiği rol, şimdi bazı Alevi derneklerine mi yükleniyordu?
Aslında miting meydanında yapılan kısa bir gözlem çok şey anlatıyordu. Bir kere, kürsüde konuşanlar ile katılımcılar arasında bariz anlayış farkı vardı. Meydandakiler Aleviliği`İslam`ın bir parçası` olarak görürken, kürsüdekiler aynı fikirde değildi. Onlara göre Alevilik; Hıristiyanlık ve Şamanizm gibi İslamiyet`ten de etkilenmiş bir inançtı. Zaten ABF örgütlenmesi, Alevilik tanımını kendisi dışında kimseye bırakmıyor. `Alevilik bizim yaşadığımız gibidir. Bizim dışımızdakiler asimile olmuş Sünnilerdir.` görüşünü seslendiriyor. `Bizim Ali`miz Arabistan`daki Ali değil.` sözü ise İslam`daki Hz. Ali`yi aslında benimsemediklerini açığa çıkarıyor. Oysa ABF etrafında örgütlenen dernekler 10 yıl önce Aleviliği `İslam`ın parçası` kabul ediyordu...
ABF-DTP YAKINLAŞMASI
Aleviliği, İslam dışında gören kesim, taleplerini hükûmet karşıtı politikalarla süsleyip halka benimsetmeye çalışıyor. AK Parti karşıtı bir harekete dönüşen Sıhhiye`deki eylemden önce ABF örgütlenmesi taleplerini şöyle sıralıyordu: `Aleviliğe yönelik asimilasyoncu uygulama ve anlayışa son verilmesini, zorunlu din dersine ilişkin yargı kararlarının uygulanmasını, devletin elini dinden çekmesini, Alevi köylerine zorla cami yapılması ve imam atamalarına son verilmesini, el konulmuş Alevi inanç yerlerinin geri verilmesini istiyoruz.`
Aslında AK Parti`nin Alevi milletvekillerinden Reha Çamuroğlu da yıllardır benzer talepleri dile getiriyor. Ancak Çamuroğlu, mitingi düzenleyenleri art niyetli buluyor: `Mitingde bazı haklı taleplerle tamamen art niyetli yaklaşımlar bir araya getirildi.` AK Parti, 22 Temmuz seçimi sonrasında bazı açılımlara girişmişti. Reha Çamuroğlu`nun öncülüğünde bir iftar da verilmişti. Sıhhiye mitingini yapan gruplar, bu iftarı âdeta provoke edip kısır bırakmıştı. AK Parti, kapatma davası sürecinde bu konuları bir kenara itti. `Cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması, elektrik-su ihtiyaçlarının karşılanması, dedelerin maaşa bağlanması, Aleviliğe yasal bir statü tanınması` gibi talepler gündeme bile getirilemedi. Çamuroğlu, önümüzdeki günlerde bu açılımın herkesi kapsayacak şekilde süreceğini söylüyor. ABF yöneticilerinin bu açılıma destek verip vermeyeceği de bu süreçte ortaya çıkacak.
Mitingin zamanlaması da dikkat çekiciydi. Güneydoğu`da ayaklanmayı andıran PKK provokasyonlarının olduğu günlerde, böyle bir miting planlanması şüpheyle karşılandı. Çünkü Kürtlerin çekilmek istendiği oyuna `Alevileri de ekleme planı`na dair işaretler vardı. Mesela DTP milletvekilleri neredeyse tam kadro katıldı gösterilere. Sıhhiye`deki vatandaşlar DTP`nin varlığından rahatsızdı. Alevilerin yıllardır oy verdiği CHP ile DSP`den katılım sınırlıydı. DTP`lilerin birçoğu ön saflardaydı. Hatta DTP`li vekillerin kürsüde boy göstermek istemesi krize sebep oldu. DTP`li Sırrı Sakık, `Siz bizi çağırmadınız mı?` diye tepki gösterdi bu duruma. Kimi Alevilerin `Kürtler Doğu`yu ateşe verdi; biz neden duruyoruz, AKP ile mücadele etmemiz lazım.` dediği öne sürüldü. Hatta bazı dernek yöneticileri, terör örgütünün ismini örgüt sempatizanları gibi (Pe Ke Ke diye) telaffuz ediyordu. Alevilikle ilgili yeni bir durum olmadığı için bu eylemin nereden çıktığı, neden şimdi yapıldığı sorusunu mitingi düzenleyenlere yöneltiyoruz. Ancak hiçbiri tatmin edici açıklama yapamıyor.
9 KASIM`IN ÖNEMİ NE?
Alevi camiasının önemli isimlerinden Prof. Dr. İzzettin Doğan da Cem TV`de bu duruma dikkat çekiyordu: `Bugün Türkiye`de bir Kürt hareketi var. Şimdi Alevileri de harekete geçirmeye çalışarak, Alevi bayrağı altında bir destek arayışı sağlanmak isteniyor.` Mitingi organize edenlerin Marksist kökenli olduğunu, ancak bu ideolojinin çökmesi üzerine Aleviliğe sığındıklarını dile getiren Doğan, bu dernek yöneticilerinin Alevilikle ilgisi olmadığını söylüyor: `Mitingin liderliğine soyunanların ismi Alevi ama ne cemevlerine giderler ne Alevi ritüellerine katılırlar ne Kuran`ı ne de Muhammed`i tanırlar.`
Eylemin 9 Kasım`da yapılması da bilinçli hareket edildiğini gösteriyor. Atatürk`ün ölüm yıldönümünden (10 Kasım) bir gün önce tertiplenen mitingde `laiklik elden gidiyor, şeriat geliyor` mesajı, katılımcıların bilinçaltına gönderiliyor. Mitingin cereyan ediş şekli Ergenekon zanlısı emekli Orgeneral Şener Eruygur`un düzenlediği Cumhuriyet mitinglerini hatırlatıyor.
Bu benzerlik sloganlarla sınırlı kalmadı. `Ergenekon terör örgütünün liderliği` suçundan yargılanan Cumhuriyet gazetesi yazarı İlhan Selçuk, Aleviliğin Atatürkçü demokratik devrimde katkısının büyük olduğunu söylüyor: `Bugün de `Dinci-İslamcı-Nakşi-Sünni` Amerikan modeline karşı Aleviler önemli güvencedir... Ancak Aleviler kendi içlerinde bölük pörçükleştikçe etkilerini yitirecekler, varoluşları bile tehlikeye girecek...` Selçuk, böylece Aleviliği İslam dışında görenlerin bir an önce bu birlikteliği sağlamasına dönük mesajını gönderiyor. 12 Kasım`da köşesinden Aleviler için ABF çizgisine uygun bir tanım da getiriyor: `Alevilik İslam kapsamında oluşup gelişse bile, inanç diyalektiği bakımından özgün bir felsefeyi dile getiriyor... Alevi şeriatçı değildir, camiye değil cemevine gider, dinci-İslamcı siyasete karşıdır, Nakşi-Sünni AKP iktidarına destek olamaz, laik Cumhuriyet düzeni dışında soluk alamaz...`
Alevi dernek yöneticilerinin kürsüden `kolektif oy kullanma` çağrısı da 29 Mart 2009`da yapılacak yerel seçim öncesi dikkat çekiciydi. Bugüne kadar sürekli CHP`yi destekleyen ABF yöneticileri 22 Temmuz seçimlerinde Deniz Baykal tarafından milletvekili adaylığına davet edildi. 5 kişi aday adayı oldu; ancak hiçbiri adını listelerde göremedi. Baykal`ın bu tavrı travmaya sebep olsa da ABF yöneticilerinin yerel seçimlerde yeniden CHP`ye işaret etmesi bekleniyor. AK Parti milletvekili Reha Çamuroğlu da bu çağrıya tepki gösteriyor: `Alevileri kolektif oy kullanmaya çağırıyorlar. Bu Alevileri modernizmin öncesine hapsetmek, onları fert olarak görmemek anlamına gelir. Mitingi düzenleyenlerin Alevilikle ilgili kaygıları siyasi kaygılarının çok gerisinde.` Alevi vatandaşlar arasında AK Parti ve MHP`ye de oy verenler çıkmaya başladı, Meclis`e Alevi milletvekilleri de girdi. ABF Başkanı Ali Balkız, birçok kişi gibi bunu kabullenemiyor. Alevi geleneğine göre sağ partilere oy verilemeyeceğini öne sürüyor: `Alevi solcudur, sağa oy vermez.`
AVRUPA-TÜRKİYE AYRIŞMASI
Türkiye`de ABF örgütlenmesinin Avrupa`daki kardeşi Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu. Almanya merkezli örgütün başkanı Turgut Öker. Bu örgüt, daha güçlü olduğu için Türkiye`deki örgütlenmeye kimi zaman şekil veriyor. Ancak Sıhhiye mitingi Pir Sultan Abdal Derneği Genel Sekreteri Kemal Bülbül`ün teklifiyle düzenlendi. Mitingi kendi düzenlemek isteyen Öker ise dışarıda tutuldu. Bunun üzerine mitinge tepki gösterip katılmadı. Bu durum, Almanya ile Türkiye`deki yöneticiler arasında derin bir çatlağa yol açtı. Her ne kadar Öker, Avrupa`dan yayın yapan YOL TV üzerinden destekleyici açıklamalar yapsa da birçok Alevi dernek yöneticisi bu rahatsızlığın farkında. Türkiye`deki kimi dernek yöneticileri `Bu büyük katılımı görünce destek çıkmaktan başka yolu kalmadı.` diyor. Hatta Öker`in miting yapılmadan önce `ısmarlama eylem` benzetmesi yaptığı da dernek yöneticileri tarafından öne sürülüyor.
MİTİNGİN BEYİN TAKIMI VE KATILIMCILARI
Alevi mitingi fikri ABF MYK Üyesi ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Sekreteri Kemal Bülbül`den çıktı. Ayrıca mitinge fikrî düzeyde ABF`nin eski başkanı Turan Eser zemin hazırladı. Ali Balkız ise bu eyleme onay veren makamdı. Pir Sultan Derneği`nin başkanı Fevzi Gümüş mitingin yine öne çıkan ismiydi. Eski başkanı Kazım Genç ise perde arkasında kalsa da sorumluk aldı. Almanya`daki örgütün başındaki Turgut Öker`e yakın kesimlerin katılımı ise sınırlıydı.



Aksiyon